11 Mayıs 2015 Pazartesi

Gençlik Düşlenir mi? Ayhan Geçgin'in Gençlik Düşü Üzerine

Gençlik Düşlenir mi?

“Eski düşleri ne yaparlar?
Kırpıp kırpıp yıldız yaparlar.”
“Gençlik Düşü”, Ayhan Geçgin’in ikinci romanı. Roman, adında barındırdığı iki kelimeyi gençlik ve düşü tüm eser boyunca kendine şiar edinmiş gerçekten.
Önce gençlikten başlayalım. Nedir gençlik? Henüz bir olgunlaşmama hali mi, o halin hep devam etmesi mi, yoksa bir türlü ulaşılamayan ya da Geçgin’in kitabındaki kahramanın eserin sonuna doğru “Bir zamanlar, belki daha ilk gençliğinde güçlü biçimde duyduğun, hayalini kurduğun ama ne olduğunu bilemediğin şeyin ne olduğunu asıl şimdi anlıyorsun, şimdi: senden geri gelmemecesine gittiği bu zamanda, çok geç olduğu bir zamanda. Bir biçimde belki ona sahiptin, ama bilmiyordun. Şimdi biliyorsun ama artık ona sahip değilsin.
Öyleyse bir gençliğin de olmuştur. Şimdi onu bir yerde bulamasan bile, yine de olmuş olduğunu bilirsin. Nasıl? Bir zamanlar hiç yok olmayacağını, sende hep varolacağını düşündüğün bir duygudan, damarlarındaki kanın sana aktığını, sana varolduğunu duyuran o tuhaf, gizemli güçten. Hiç olmadığını düşündüğün boşluğundan sana asıl neyi yitirdiğini bildirerek var olmuş olduğunu anımsatır.”  dediği gibi bir olduğu bir şekilde anlaşıldıktan sonra, yani aslında yitirildiği fark edildiği anda var olduğu da anlaşıldığında mı yaşamımızda bir yer edinir gençlik? Tam bu noktada Geçgin’in edebiyatında temel bir izlek olan yürümek meselesine de değinmek gerektiğini düşünüyorum.
Ayhan Geçgin edebiyatında kahraman yürümeyi yaşamanın asli parçası haline getirir. Yürürken yaşama ait birçok unsuru izler. Bu unsurlar, yaşamın içinde “devinimsiz”, “taşlaşmış” haldedirler kimi zaman, kim zamansa “akan”, “önüne katan” şekilde kahramanın gözlerinden zihnine, “Gençlik Düşü”nde olduğu gibi zihninden kâğıtlara akar. Bu akış, doğanın “sonsuzluğunda” bir devinim halinde kendi yerini arayan, tespit etmeye çalışan, hasar raporu çıkarmak için uğraşan kahramanın, yaşamın içindeki çabalamalarıyla bir tecrübeye dönüşmeye çalışır özellikle bu romanda.
Kahramanın yürümesi, yürürken yaşama dair düşünceleri ve onu anlamlandırma çabaları dışarıda izlediği dünyanın devinimlerini, kıvrımlarını seyrederken bir ritim haline de dönüşür. Bu ritim kahramanın kendi sesiyle dünyanın sesinin yaşam adı verilen bir ortaklıkta buluşmasında ortaya çıkan yansımalardır. Tam da bu noktada başta belirttiğim gençliğe düş eşlik eder. Düş, bu kelime özellikle seçilmiştir. Aynı şekilde hayat demez kahramanımız yaşam der. Düş doğanın, yeryüzünün sonsuz devinimlerini anlama çabası içindeki kahramanın yaşadıklarına eşlik eden bir yürüyüş arkadaşı gibidir. Yaşam adı verilen bu ara bölgede düşünceler gerçeklikle bir araya gelir. Burası, kahramanın kendi yolculuğunu anlamlandırma tecrübesinin de olduğu yerdir. “Gençlik Düşü”nde bu, kahramanın anlamlandırmayı tecrübeye dönüştürmek için yazı yazmaya başlamasıyla belirginlik kazanır.
Romanın daha başında masa başında bir yazarla tanışırız. Bu yazara seslenen anlatıcı iki sesli bir anlatı ortaya koyar. Burada sürekli olarak onu izleyen bir başkasından “sen” şeklinde yükselen ikinci tekil şahıs vardır, fakat bu şahıs doğrudan kahramanın kendisine seslenir. İlk açılışta ise, ama sadece bu ilk açılışta okurla birliktedir: “Şimdi sana biraz daha yaklaşıyoruz, elindeki kâğıtları görebilecek kadar. Seninle birlikte onlara da bakıyoruz. İşte başlangıç bölümünü yeniden eline aldın. Elinin hemen yanında düzeltmeler için kırmızı bir kalem var. Şimdiye kadar en az on defa okumuş, farklı zamanlarda da üç defa yeniden yazmışsındır. Bunun son olmasını, bir sorun çıkmamasını umuyorsun. Okumaya başlıyorsun.
Anlatıcının bir diğer anlatıcı olan yazara/kahramana ikinci tekil şahısla hitap ettiği ve yanına okuru da kattığı bu sahnede daha ilk baştan bize biraz daha yaklaşarak yani aslında izleyerek bir anlatıya dahil olacağımız söylenir. Böylece bakış, metnin içine bir başka anlatıcının bizi ve kahramanı yönlendirmesiyle kamera kadrajına dönüşür. Roman boyunca kahramanımızın yürürken gördükleri ve bunlar üzerine düşünceleri de bu duruma paralel bir anlatı sergiler. Biz, kahramanımızın gözünden bize anlatılanları, onun gördüğü şekilde görürüz. Ama bir taraftan bunların yazılan, bir başka anlatıcı tarafından bize aktarılanlar olduğunu da biliriz. Böylece bilmek/görmek ve yerleştirmek ilişkisi açığa çıkar. Tam da bu noktada yazma eyleminin kendisi, yaşama içkin bir unsur olarak sunarken bunun yeryüzünün devinimiyle kişinin kendi tecrübesinde ortaya çıkan birer iz gibidir: “Yeryüzünün kımıltıları, ondan yükselen, yine ona dönen sonsuz kımıldanışlar, saçılmalar… Yazarlar onun şu ya da bu devinimi, onun bir parçasını verebiliyordu yalnızca, bu sonsuzluğun. Ama sonsuzluğun bir parçası da sonsuzdur, ne kadar küçük de olsa bir sonsuzluk parçasıdır. Bir yazarın bizde aslında hep benzer bir kitabı yazıp duruyormuş izlenimi doğurması da bundan geliyordu, onun bu sonsuzluğu, her seferinde sezdiği, onda canlanan, kendini gösteren bu ele avuca gelmez, kendini hep bir kayıp gidişle duyuran yeryüzünün bir parçasını alma ya da artık aynı anlamda geldiği için verme biçiminden. Yazar onu hep yeniden yazar, çünkü varlığı öyle akıcı, öyle uçucu, öyle gelip geçicidir ki yakalayamadığı tam yakaladığını düşünürken çoktan kayıp gitmiş bir şey gibi gelir ona. Her kitap onu yeniden yakalama, duyurma girişimidir.”  
Ayhan Geçgin’in “Gençlik Düşü”nü okurken bir başka gençlik düşü eseri olan “Mai ve Siyah”ı düşündüm. “Mai ve Siyah”ın kahramanı Ahmed Cemil’in bir arkadaşımın ifadesiyle hep ah’larla geçen hayatını, (yaşam değil hayattır Ahmed Cemil’inki) hayal kırıklıklarını ve yazmaya karşı büyük tutkusunu… Yazmayı başardığında önce gelen sonra hemen kayboluveren zafer duygusunu… İzlemekten ziyade hayata dahil olmaya çalışan Ahmed Cemil’in hikâyesi ile “Gençlik Düşü”nün hayata dahil olmaktan çok izlemekten yana olan her iki kahramanı da bir düş içindeki sonsuzluğu anlamlandırmaya çalışıyorlar. Fakat “Gençlik Düşü”nün kahramanı hiç ah demiyor. Gençliğin tam da bu ah’ın kendisine içkin bir yaşam olduğundan yapmıyor belki de bunu.

“Gençlik Düşü”, Türkçede okuduğum en güzel romanlardan biri. Ayhan Geçgin çok iyi bir yazar. Yazdıklarıyla edebiyat tarihinin sayfalarında kendine eşsiz bir yer edinecek….
Bu yazı için bkz.  İstanbul Art News (Edebiyat),sayı: 7,  Mayıs 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder