Gençlik
Düşlenir mi?
“Eski
düşleri ne yaparlar?
Kırpıp
kırpıp yıldız yaparlar.”
“Gençlik
Düşü”, Ayhan Geçgin’in ikinci romanı. Roman, adında barındırdığı iki kelimeyi
gençlik ve düşü tüm eser boyunca kendine şiar edinmiş gerçekten.
Önce
gençlikten başlayalım. Nedir gençlik? Henüz bir olgunlaşmama hali mi, o halin
hep devam etmesi mi, yoksa bir türlü ulaşılamayan ya da Geçgin’in kitabındaki
kahramanın eserin sonuna doğru “Bir zamanlar, belki daha ilk gençliğinde güçlü
biçimde duyduğun, hayalini kurduğun ama ne olduğunu bilemediğin şeyin ne
olduğunu asıl şimdi anlıyorsun, şimdi: senden geri gelmemecesine gittiği bu zamanda,
çok geç olduğu bir zamanda. Bir biçimde belki ona sahiptin, ama bilmiyordun.
Şimdi biliyorsun ama artık ona sahip değilsin.
Öyleyse
bir gençliğin de olmuştur. Şimdi onu bir yerde bulamasan bile, yine de olmuş
olduğunu bilirsin. Nasıl? Bir zamanlar hiç yok olmayacağını, sende hep
varolacağını düşündüğün bir duygudan, damarlarındaki kanın sana aktığını, sana
varolduğunu duyuran o tuhaf, gizemli güçten. Hiç olmadığını düşündüğün
boşluğundan sana asıl neyi yitirdiğini bildirerek var olmuş olduğunu anımsatır.” dediği gibi bir olduğu bir şekilde
anlaşıldıktan sonra, yani aslında yitirildiği fark edildiği anda var olduğu da
anlaşıldığında mı yaşamımızda bir yer edinir gençlik? Tam bu noktada Geçgin’in
edebiyatında temel bir izlek olan yürümek meselesine de değinmek gerektiğini
düşünüyorum.
Ayhan
Geçgin edebiyatında kahraman yürümeyi yaşamanın asli parçası haline getirir.
Yürürken yaşama ait birçok unsuru izler. Bu unsurlar, yaşamın içinde
“devinimsiz”, “taşlaşmış” haldedirler kimi zaman, kim zamansa “akan”, “önüne
katan” şekilde kahramanın gözlerinden zihnine, “Gençlik Düşü”nde olduğu gibi
zihninden kâğıtlara akar. Bu akış, doğanın “sonsuzluğunda” bir devinim halinde
kendi yerini arayan, tespit etmeye çalışan, hasar raporu çıkarmak için uğraşan
kahramanın, yaşamın içindeki çabalamalarıyla bir tecrübeye dönüşmeye çalışır
özellikle bu romanda.
Kahramanın
yürümesi, yürürken yaşama dair düşünceleri ve onu anlamlandırma çabaları
dışarıda izlediği dünyanın devinimlerini, kıvrımlarını seyrederken bir ritim
haline de dönüşür. Bu ritim kahramanın kendi sesiyle dünyanın sesinin yaşam adı
verilen bir ortaklıkta buluşmasında ortaya çıkan yansımalardır. Tam da bu
noktada başta belirttiğim gençliğe düş eşlik eder. Düş, bu kelime özellikle
seçilmiştir. Aynı şekilde hayat demez kahramanımız yaşam der. Düş doğanın,
yeryüzünün sonsuz devinimlerini anlama çabası içindeki kahramanın yaşadıklarına
eşlik eden bir yürüyüş arkadaşı gibidir. Yaşam adı verilen bu ara bölgede
düşünceler gerçeklikle bir araya gelir. Burası, kahramanın kendi yolculuğunu
anlamlandırma tecrübesinin de olduğu yerdir. “Gençlik Düşü”nde bu, kahramanın
anlamlandırmayı tecrübeye dönüştürmek için yazı yazmaya başlamasıyla
belirginlik kazanır.
Romanın
daha başında masa başında bir yazarla tanışırız. Bu yazara seslenen anlatıcı
iki sesli bir anlatı ortaya koyar. Burada sürekli olarak onu izleyen bir
başkasından “sen” şeklinde yükselen ikinci tekil şahıs vardır, fakat bu şahıs
doğrudan kahramanın kendisine seslenir. İlk açılışta ise, ama sadece bu ilk
açılışta okurla birliktedir: “Şimdi sana biraz daha yaklaşıyoruz, elindeki
kâğıtları görebilecek kadar. Seninle birlikte onlara da bakıyoruz. İşte
başlangıç bölümünü yeniden eline aldın. Elinin hemen yanında düzeltmeler için
kırmızı bir kalem var. Şimdiye kadar en az on defa okumuş, farklı zamanlarda da
üç defa yeniden yazmışsındır. Bunun son olmasını, bir sorun çıkmamasını
umuyorsun. Okumaya başlıyorsun.
Anlatıcının
bir diğer anlatıcı olan yazara/kahramana ikinci tekil şahısla hitap ettiği ve
yanına okuru da kattığı bu sahnede daha ilk baştan bize biraz daha yaklaşarak
yani aslında izleyerek bir anlatıya dahil olacağımız söylenir. Böylece bakış,
metnin içine bir başka anlatıcının bizi ve kahramanı yönlendirmesiyle kamera
kadrajına dönüşür. Roman boyunca kahramanımızın yürürken gördükleri ve bunlar
üzerine düşünceleri de bu duruma paralel bir anlatı sergiler. Biz,
kahramanımızın gözünden bize anlatılanları, onun gördüğü şekilde görürüz. Ama
bir taraftan bunların yazılan, bir başka anlatıcı tarafından bize aktarılanlar
olduğunu da biliriz. Böylece bilmek/görmek ve yerleştirmek ilişkisi açığa
çıkar. Tam da bu noktada yazma eyleminin kendisi, yaşama içkin bir unsur olarak
sunarken bunun yeryüzünün devinimiyle kişinin kendi tecrübesinde ortaya çıkan
birer iz gibidir: “Yeryüzünün kımıltıları, ondan yükselen, yine ona dönen
sonsuz kımıldanışlar, saçılmalar… Yazarlar onun şu ya da bu devinimi, onun bir parçasını
verebiliyordu yalnızca, bu sonsuzluğun. Ama sonsuzluğun bir parçası da
sonsuzdur, ne kadar küçük de olsa bir sonsuzluk parçasıdır. Bir yazarın bizde
aslında hep benzer bir kitabı yazıp duruyormuş izlenimi doğurması da bundan
geliyordu, onun bu sonsuzluğu, her seferinde sezdiği, onda canlanan, kendini
gösteren bu ele avuca gelmez, kendini hep bir kayıp gidişle duyuran yeryüzünün
bir parçasını alma ya da artık aynı anlamda geldiği için verme biçiminden.
Yazar onu hep yeniden yazar, çünkü varlığı öyle akıcı, öyle uçucu, öyle gelip
geçicidir ki yakalayamadığı tam yakaladığını düşünürken çoktan kayıp gitmiş bir
şey gibi gelir ona. Her kitap onu yeniden yakalama, duyurma girişimidir.”
Ayhan
Geçgin’in “Gençlik Düşü”nü okurken bir başka gençlik düşü eseri olan “Mai ve
Siyah”ı düşündüm. “Mai ve Siyah”ın kahramanı Ahmed Cemil’in bir arkadaşımın
ifadesiyle hep ah’larla geçen hayatını, (yaşam değil hayattır Ahmed Cemil’inki)
hayal kırıklıklarını ve yazmaya karşı büyük tutkusunu… Yazmayı başardığında
önce gelen sonra hemen kayboluveren zafer duygusunu… İzlemekten ziyade hayata
dahil olmaya çalışan Ahmed Cemil’in hikâyesi ile “Gençlik Düşü”nün hayata dahil
olmaktan çok izlemekten yana olan her iki kahramanı da bir düş içindeki
sonsuzluğu anlamlandırmaya çalışıyorlar. Fakat “Gençlik Düşü”nün kahramanı hiç ah
demiyor. Gençliğin tam da bu ah’ın kendisine içkin bir yaşam olduğundan
yapmıyor belki de bunu.
“Gençlik
Düşü”, Türkçede okuduğum en güzel romanlardan biri. Ayhan Geçgin çok iyi bir
yazar. Yazdıklarıyla edebiyat tarihinin sayfalarında kendine eşsiz bir yer
edinecek….
Bu yazı için bkz. İstanbul
Art News (Edebiyat),sayı: 7, Mayıs 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder