28 Şubat 2016 Pazar

Kurgusal Bir Merdiven: Mehmet Erte Edebiyatı




Kurgusal Bir Merdiven: Mehmet Erte Edebiyatı

Mehmet Erte edebiyatı bana hep bir merdiveni anımsatır. O merdiven metinlerin içinde her zaman ayaklarınızın sağlam basmasını sağladığı gibi diğer taraftan yukarı çıkarken ya da inerken hep basamaklardan birinde sizi bekleyen, her an ayaklarımızdan birinin sağlam gibi görünen ancak ayağımızı basar basmaz kendimizi basamağın öbür tarafında bulacağınız sürprizlere de açıktır. Çünkü çok katmanlı metinlerdir bunlar. Her basamakta yeni bir unsurla karşılaşır, ancak bu basamakta kimi zaman tekinsiz kimi zaman oldukça açık, kimi zamansa komik unsurlarla karşılaşmak mümkündür. Basamağın aslında göründüğü gibi değil, her an ayağımızı bastığımızda kendimizi öbür tarafta bulabileceğimiz durumu ise bu çok katmanlı metinlerde ilerledikçe tahmin ettiklerimizin alaşağı edilmiş bir hale dönüşeceğini hep aklımızda tutmamız ile paralellik gösteriyor. Kitaplarının isimleri bile bu durumu gözler önüne sermek açısından ilgi çekici: Bakışın Kirlettiği Ayna, Arzuda Bir Sapma, Sahte.
Zaman, Mehmet Erte edebiyatının önemli meselelerinden biridir. O yüzden eserlerinde ihtimallere yer verir. İhtimaller o anda olabileceklere dair tüm ayrıntıları gözler önüne sermeye yaradığı gibi geçmişin kurgusallığını da özellikle vurgular. Erte için tarih yoktur, geçmişin kurgusallığı vardır. O kurgusalın bugün içinde nasıl anlamlanacağı ya da anlamlanamayacağı, anlamlanma çabası dahası bunun gerekliliği meselesi metinlerde sık sık karşımıza çıkar. “Kayıp bir zamanı” yakalama hallerinin mümkün olan her yönüyle karşılamaya okur olarak bizi davet eden yazarla birlikte bir durakta buluruz kendimizi. Ancak bu bir duraktır, yolculuğa çıkmak için hazır beklediğimiz, bize bir yolculuk vaat eden ancak bu vaadin kendisini de ihtimallerle donatan bir ruh hali içindeyizdir, yolculuk sandığımız gibi bir yolculuk asla olmayacaktır. Okur ve yazar sesleri bu durakta geçen zamanı perspektiflere dönüştürür, hep “ân”a vurgu yapar. Ân’ı yakalamak, onun kaçıp gitmesine engel olmak için bunun imkânsızlığı karşısında ne olacağı ve olmayabileceği de bir mesele haline gelir. O halde bu durum bir travmaya sebep olabilir mi? Tabii olabilir. Ancak o zaman anlam travmayla buluşur. Bakışın kirletilmesi, arzunun sapması ve sahte’nin ortaya dökülmesi gerekir.

Travmanın anlamlandırmayla bu şekilde kurulan ilişkisi metinlerin yapısında mekân ve tasviri dışarıda bırakan bir hal yaratır. Mekân önemsizleşir çünkü zaman sarmal bir şekilde bütün anlatıyı kuşatır. Tasvir ise anlamını yitirir çünkü zamanın döngüselliği ve ihtimallerle dolu oluşu anlatıda sabit bir unsuru gereksiz kılar. Tasvirin donukluğu ve sabitliği yerine zamanın döngüselliğiyle zamana ve onun hallerine odaklanan bir anlatı öne geçirilir.
Mehmet Erte edebiyatında göze çarpan bir unsur olan ayak, son kitabı Arzuda Bir Sapma’da bizzat yazarı tarafından kitabın kapağına taşınır. Ayak, zemine basan ancak her zaman zeminden çekilebilecek, boşluğa düşebilecek, yürümeyi, koşmayı ve sürünmeyi aynı zamanda içinde barındıran bir metafor. Bu metafor zamanın ihtimallerle doğrulmuş katmanlarla örülmüş kurgusuna, sarmallığına da gönderme yapar. Bedenin zeminle hem buluştuğu hem de bu zeminden kopuşunu sağlayan bir metafor. Nitekim bu metafor metinlerdeki diyaloglarla birleşir. Diyalog anlatılarda hiçbir zaman karakterlerle paylaşılan bir unsur olmaz ancak monoloğa da dönüşmez. Tıpkı bir merdivenden çıkmak ve basamaklara dikkat etmek ya da bir durakta her an yolculuğa çıkıverecek gibi olma haliyle paralel bir metafor.
Okuru, yazarı, anlatıyı kuşatan; anlatıyı birçok ihtimalle bir arada sunan her katmanda bizi yeniden düşünmeye sevk eden bir edebiyat Mehmet Erte edebiyatı.

Bu yazı, Kitap-lık dergisinin Ocak-Şubat 2016 tarihli sayısında yayımlanmıştır.