30 Ekim 2015 Cuma
Açık Radyo Kayıtları 27: Aslı Tohumcu
29/10/2011 tarihinde Aslı Tohumcu ile yaptığımız kaydın linki
aşağıda:
https://archive.org/details/gununveguncelin_29-10-2015
Açık Radyo Kayıları 26: Irmak Zileli
22/10/2015 tarihinde Irmak Zileli ile birlikte yaptığımız kaydın linki
aşağıda:
https://archive.org/details/GununGuncelin20151022
17 Ekim 2015 Cumartesi
“Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde…” Peki Her Evde Çalmalı mı? -Mahir Ünsal Eriş'in kitabı üzerine-
Meltem
Gürle, 2000’li yıllarda edebiyatta çocukların ortaya çıkışıyla ilgili olarak
Nurdan Gürbilek’in Orhan Kemal ve Kemalettin Tuğcu üzerine yazdığı bir yazıya
atıfla şöyle der: “2000’li yıllarda yazılmış hangi romana elimizi
atsak, Tuğcu’nun “tam kaybedecekken başarıya koşan” çocuklarını değil,
yoksulluğun türlü çeşitli biçimleri ile erkenden tanışmış ve hayata birer
“kaybeden” olarak başlamış karakterlerle karşılaşırız.”
Gürle’nin dikkati çektiği gibi 2000’li
yıllardan sonra Türkçe edebiyatta çocuk karakterlerin bol miktarda ortaya
çıktığı bir gerçek. Fakat bu çocuklar sadece bir “kaybeden” olarak görünmüyor.
Kaybeden olarak ortaya çıkanların çoğu bir mahalle çocuğu şeklinde görünüyor
aslında. Bu mahalle çocukları ve Gürle’nin de dikkati çektiği gibi erken
ergenleşmiş mahalle delikanlıları, eril bir dünyanın erkek egemen kanunlarıyla
donatılmışlardır. Varoluşçuluk, dünyanın gidişatı gibi sorunlar etraflarını
eril bir dünyayla sarar, çünkü içinde yaşadıkları mahalle onları bu şekilde,
erillikle sarıp sarmalamaktadır. Oysa bu çocukların dünyayla bir sorunları
olmasına rağmen bu dünyanın merkez kıldığı erillikle bir sorunları yoktur.
Çünkü erillik eserlerde mahalle olarak ortaya çıkan dayanışmanın da bir sembolü
gibi görünür. Dayanışma da delikanlıca olursa haysiyetini kazanacaktır.
Mahallenin delisi, fahişesi, yabancısı gibi bol miktarda mahallede vakit
geçiren çocukları da dünyanın kosmosu gibi görünen bu yerde konumlarını
alırlar. Ancak bu konum alma, çocukları hem gözlemci hem de eylemci kılar.
Eylemci çocuklar mahallenin sınırları dışına çıktıklarında sokakta özgür bir
ruh ile korkusuzca dolanırlar, korkularını pek göstermek istemezler. Mahalle
içindeyse mahallenin koyduğu kurallarla kendi hayatlarını yaşarlar. Aslında
burada bir yanılsama da söz konusudur, çünkü mahalle onların içinde bulundukları
dünyanın bir kosmosu olduğundan özgür ruhlarıyla değil kurallarla yaşarlar.
Mahalle kavgaları, uzak-yakın arkadaşlıklar, anne-baba-çocuk ilişkileri, uzak
akrabalar…. Hepsi bu kosmosun bir yerlerinde konumlanmış olarak vardırlar. Aile
uzak-yakınlığıyla bu konumlanmanın olmazsa olmazı şeklinde ortaya çıkar;
çocukların kendilerinden büyük ağabey ve ablaları çoğu zaman bir figür olarak
umursamaz hatta kimi zaman onlara bir engelmiş, yaşadıkları dünyanın
gerçekliğinden onları uzaklaştırıyormuş gibi görünürler.
Her neyse uzun bir giriş oldu ama bu giriş
gerekliydi de diye düşünüyorum. Mahir Ünsal Eriş, ilk kitabı “Bangır Bandır
Ferdi Çalıyor Evde..” kitabıyla yukarıda anlattığım mahalle çocuklarını
edebiyatına taşıyan genç kuşak yazarlarından. Kitabın ilk hikâyesi olan “çok
sıkılır arkadaşı ölen çocuklar”ı okur okumaz kendinizi bir mahalle ve çocuğun
gözünden içinde trajedinin de bulunacağı bir anlatıyla karşılaşılacağınız
aşikâr. “bana küstüler”, “hep klinsmann’ın yüzünden” ve “biraz uzunca bir diyet
hikâyesi” de bunun izleklerini takip ediyor. Toplumsal hassaslığın,
yoksulluğun, devrimciliğin halleri de kitapta gözler önüne seriliyor. Buraya
kadar söylediklerim Eriş’i günümüz edebiyatının çocuk karakterlerini
başkahraman yapan yazarlarıyla ortaklaştıran şeyler. Gelelim farklılıklara…
Mahalle, erillik, ergenlik ve çocuk
hikâyeleriyle donatılan benzeri birçok hikâyede anlatıdaki en önemli
unsurlardan biri efektler. Mahir Ünsal Eriş, “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor
Evde…” kitabında efektlerle beslenen bir anlatı kurmuyor. Örneğin “çok sıkılır
arkadaşı ölen çocuklar” hikâyesinde arkadaşının annesinin genelevde çalıştığı
bize daha ilk baştan söyleniyor. Ancak arkadaşının birdenbire ölmesi ve ne
olduğuna dair boşluklar hikâyedeki kurgunun askıya alınmasına sebep oluyor.
Hikâyede efekt yaratmanın boşlukları kapatmak ve kurguyu tam da o noktada
yeniden kurmak gibi bir rolü var. Bu da kurguda oluşabilecek boşluklar için
yazara yeni bir anlatma imkânı veriyor. Tabii bunu söylerken burada illa ki
efekt yapılmalıydı değil kastım, ama kurgunun bütünlüğü ve form kazanması
açısından bağlantıların kurulumu önemli. Nitekim kitabın “biten bir aşkın
ardından”, “bana küstüler”, “mektup yazacak gün”, “ben evlenmeyi boşanmaktan
daha çok seviyorum” hikâyeleri, anlatıcının kendi içdünyasının dışarı çıktığı
ve aslında bir nevi “içdökümü” anlatıları. Bu anlatılarda erilliğin yerine bir
açılma durumuyla paralel olarak dilin de değiştiği görülüyor. Dil, veciz sözler
üretmek yerine daha kendi üzerine düşünen ve aslında bence bir taraftan anlatının
içdökümünden bir forma nasıl ulaşacağına dair de bir düşünceyi taşıyan, bunu
zorlayan bir şekle dönüşüyor. “vakitlice gelmeyen çiş”, “bilye hikmet” ve
“ringo” hikâyelerinde bu içdökümünün başka birinin hayatıyla kendi üzerine
düşünmek, kendisine oradan bakmaya doğru açıldığını görüyoruz. Artık anlatıcı
sadece içdökmüyor, bunun üzerine düşünürken başka birinin hayatını kendisine
bakmak için bir aracı olarak kullanıyor.
Kitapta üç hikâyenin Mahir Ünsal Eriş’in kendi
üslubunu yaratma konusunda önemli olduğunu düşünüyorum ki bunlar, mahalle ve
ergenlik hikâyelerinin dışında tutulacak hikâyeler bence. İlki “kimi sevse
gülderen” hikâyesi. Sevgi, kadın ve dahası regl üzerinden çizilen bu hikâyede
Eriş, kadın dünyasının genç kızlık denilen ara noktasıyla uğraşarak, bir
kadının hayatının merkezini tam da doğru yerden yakalayarak anlatısını kuruyor.
“her kanser erken ölümdür” ile bakışlarını yeniden kadınlara çeviriyor ve bu
kez de bir kadının içsesine dönüştürüyor anlatısını. Buradaki kadın “kadınlar
hep olmadık zamanlarda” hikâyesindeki kadınlardan çok farklı bir kahraman.
Oradaki kadınlar bir erkeğin sevdiği ve onu bırakan kadınlar olarak görünürken
burada kendi sesini içsesiyle bastıran bir kadınla karşılaşıyoruz ki bu önemli
bir ayrıntı bence. Bir kardeşin gözünden konsomatris bir ablanın anlatıldığı
“bir konsomatris hikâyesi” ise hikâyede babayı gözlemleyen erkek çocuğunun,
durum karşısındaki tavrını ortaya koymak açısından ilgi çekici.
“Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde..” bir ilk
kitap olmanın aksaklıklarını taşıyor şüphesiz. Fakat Eriş’in kendi adıma asıl
dilini bulduğu yerlerin mahalle ve ergenliğin dışına çıktığı yerler olduğunu
düşünüyorum. Buradan başka bir kanal açmak günümüz edebiyatına ayrı bir
zenginlik katacak…
16 Ekim 2015 Cuma
Açık Radyo Kayıtları 25: Ayfer Tunç III
15/10/2015 tarihinde Ayfer Tunç ile yaptığımız kaydın linki
aşağıdadır:
https://archive.org/details/gununveguncelin_15-10-2015
13 Ekim 2015 Salı
Açık Radyo Kayıtları 24: Ayfer Tunç II
08/10/2015 tarihinde Ayfer Tunç ile yaptığımız söyleşinin
ikinci kısmının linki:
https://archive.org/details/gununveguncelin_08-10-2015
1 Ekim 2015 Perşembe
Açık Radyo Kayıtları 23: Ayfer Tunç I
Açık Radyo'da Ayfer Tunç ile yaptığımız kaydın ilk bölümünün
linki:
https://archive.org/details/gununveguncelin_01-10-2015
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)