17 Ekim 2015 Cumartesi

“Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde…” Peki Her Evde Çalmalı mı? -Mahir Ünsal Eriş'in kitabı üzerine-



Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde...

Meltem Gürle, 2000’li yıllarda edebiyatta çocukların ortaya çıkışıyla ilgili olarak Nurdan Gürbilek’in Orhan Kemal ve Kemalettin Tuğcu üzerine yazdığı bir yazıya atıfla şöyle der: 2000’li yıllarda yazılmış hangi romana elimizi atsak, Tuğcu’nun “tam kaybedecekken başarıya koşan” çocuklarını değil, yoksulluğun türlü çeşitli biçimleri ile erkenden tanışmış ve hayata birer “kaybeden” olarak başlamış karakterlerle karşılaşırız.”
Gürle’nin dikkati çektiği gibi 2000’li yıllardan sonra Türkçe edebiyatta çocuk karakterlerin bol miktarda ortaya çıktığı bir gerçek. Fakat bu çocuklar sadece bir “kaybeden” olarak görünmüyor. Kaybeden olarak ortaya çıkanların çoğu bir mahalle çocuğu şeklinde görünüyor aslında. Bu mahalle çocukları ve Gürle’nin de dikkati çektiği gibi erken ergenleşmiş mahalle delikanlıları, eril bir dünyanın erkek egemen kanunlarıyla donatılmışlardır. Varoluşçuluk, dünyanın gidişatı gibi sorunlar etraflarını eril bir dünyayla sarar, çünkü içinde yaşadıkları mahalle onları bu şekilde, erillikle sarıp sarmalamaktadır. Oysa bu çocukların dünyayla bir sorunları olmasına rağmen bu dünyanın merkez kıldığı erillikle bir sorunları yoktur. Çünkü erillik eserlerde mahalle olarak ortaya çıkan dayanışmanın da bir sembolü gibi görünür. Dayanışma da delikanlıca olursa haysiyetini kazanacaktır. Mahallenin delisi, fahişesi, yabancısı gibi bol miktarda mahallede vakit geçiren çocukları da dünyanın kosmosu gibi görünen bu yerde konumlarını alırlar. Ancak bu konum alma, çocukları hem gözlemci hem de eylemci kılar. Eylemci çocuklar mahallenin sınırları dışına çıktıklarında sokakta özgür bir ruh ile korkusuzca dolanırlar, korkularını pek göstermek istemezler. Mahalle içindeyse mahallenin koyduğu kurallarla kendi hayatlarını yaşarlar. Aslında burada bir yanılsama da söz konusudur, çünkü mahalle onların içinde bulundukları dünyanın bir kosmosu olduğundan özgür ruhlarıyla değil kurallarla yaşarlar. Mahalle kavgaları, uzak-yakın arkadaşlıklar, anne-baba-çocuk ilişkileri, uzak akrabalar…. Hepsi bu kosmosun bir yerlerinde konumlanmış olarak vardırlar. Aile uzak-yakınlığıyla bu konumlanmanın olmazsa olmazı şeklinde ortaya çıkar; çocukların kendilerinden büyük ağabey ve ablaları çoğu zaman bir figür olarak umursamaz hatta kimi zaman onlara bir engelmiş, yaşadıkları dünyanın gerçekliğinden onları uzaklaştırıyormuş gibi görünürler.
Her neyse uzun bir giriş oldu ama bu giriş gerekliydi de diye düşünüyorum. Mahir Ünsal Eriş, ilk kitabı “Bangır Bandır Ferdi Çalıyor Evde..” kitabıyla yukarıda anlattığım mahalle çocuklarını edebiyatına taşıyan genç kuşak yazarlarından. Kitabın ilk hikâyesi olan “çok sıkılır arkadaşı ölen çocuklar”ı okur okumaz kendinizi bir mahalle ve çocuğun gözünden içinde trajedinin de bulunacağı bir anlatıyla karşılaşılacağınız aşikâr. “bana küstüler”, “hep klinsmann’ın yüzünden” ve “biraz uzunca bir diyet hikâyesi” de bunun izleklerini takip ediyor. Toplumsal hassaslığın, yoksulluğun, devrimciliğin halleri de kitapta gözler önüne seriliyor. Buraya kadar söylediklerim Eriş’i günümüz edebiyatının çocuk karakterlerini başkahraman yapan yazarlarıyla ortaklaştıran şeyler. Gelelim farklılıklara…
Mahalle, erillik, ergenlik ve çocuk hikâyeleriyle donatılan benzeri birçok hikâyede anlatıdaki en önemli unsurlardan biri efektler. Mahir Ünsal Eriş, “Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde…” kitabında efektlerle beslenen bir anlatı kurmuyor. Örneğin “çok sıkılır arkadaşı ölen çocuklar” hikâyesinde arkadaşının annesinin genelevde çalıştığı bize daha ilk baştan söyleniyor. Ancak arkadaşının birdenbire ölmesi ve ne olduğuna dair boşluklar hikâyedeki kurgunun askıya alınmasına sebep oluyor. Hikâyede efekt yaratmanın boşlukları kapatmak ve kurguyu tam da o noktada yeniden kurmak gibi bir rolü var. Bu da kurguda oluşabilecek boşluklar için yazara yeni bir anlatma imkânı veriyor. Tabii bunu söylerken burada illa ki efekt yapılmalıydı değil kastım, ama kurgunun bütünlüğü ve form kazanması açısından bağlantıların kurulumu önemli. Nitekim kitabın “biten bir aşkın ardından”, “bana küstüler”, “mektup yazacak gün”, “ben evlenmeyi boşanmaktan daha çok seviyorum” hikâyeleri, anlatıcının kendi içdünyasının dışarı çıktığı ve aslında bir nevi “içdökümü” anlatıları. Bu anlatılarda erilliğin yerine bir açılma durumuyla paralel olarak dilin de değiştiği görülüyor. Dil, veciz sözler üretmek yerine daha kendi üzerine düşünen ve aslında bence bir taraftan anlatının içdökümünden bir forma nasıl ulaşacağına dair de bir düşünceyi taşıyan, bunu zorlayan bir şekle dönüşüyor. “vakitlice gelmeyen çiş”, “bilye hikmet” ve “ringo” hikâyelerinde bu içdökümünün başka birinin hayatıyla kendi üzerine düşünmek, kendisine oradan bakmaya doğru açıldığını görüyoruz. Artık anlatıcı sadece içdökmüyor, bunun üzerine düşünürken başka birinin hayatını kendisine bakmak için bir aracı olarak kullanıyor.
Kitapta üç hikâyenin Mahir Ünsal Eriş’in kendi üslubunu yaratma konusunda önemli olduğunu düşünüyorum ki bunlar, mahalle ve ergenlik hikâyelerinin dışında tutulacak hikâyeler bence. İlki “kimi sevse gülderen” hikâyesi. Sevgi, kadın ve dahası regl üzerinden çizilen bu hikâyede Eriş, kadın dünyasının genç kızlık denilen ara noktasıyla uğraşarak, bir kadının hayatının merkezini tam da doğru yerden yakalayarak anlatısını kuruyor. “her kanser erken ölümdür” ile bakışlarını yeniden kadınlara çeviriyor ve bu kez de bir kadının içsesine dönüştürüyor anlatısını. Buradaki kadın “kadınlar hep olmadık zamanlarda” hikâyesindeki kadınlardan çok farklı bir kahraman. Oradaki kadınlar bir erkeğin sevdiği ve onu bırakan kadınlar olarak görünürken burada kendi sesini içsesiyle bastıran bir kadınla karşılaşıyoruz ki bu önemli bir ayrıntı bence. Bir kardeşin gözünden konsomatris bir ablanın anlatıldığı “bir konsomatris hikâyesi” ise hikâyede babayı gözlemleyen erkek çocuğunun, durum karşısındaki tavrını ortaya koymak açısından ilgi çekici.
“Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde..” bir ilk kitap olmanın aksaklıklarını taşıyor şüphesiz. Fakat Eriş’in kendi adıma asıl dilini bulduğu yerlerin mahalle ve ergenliğin dışına çıktığı yerler olduğunu düşünüyorum. Buradan başka bir kanal açmak günümüz edebiyatına ayrı bir zenginlik katacak…

 Bu yazı İstanbul Art News Edebiyat'ın Ekim 2015 sayısında yayımlanmıştır.