30 Temmuz 2015 Perşembe

18 Temmuz 2015 Cumartesi

9 Temmuz 2015 Perşembe

Açık Radyo Kayıtları 11: Hatice Meryem I



Açık Radyo'da 09/07/2015 tarihli günün ve güncelin edebiyatı programında Hatice Meryem ile
yaptığımız kaydın ilk bölümünün linki aşağıdadır:

https://archive.org/details/gununveguncelin_09-07-2015


 




2 Temmuz 2015 Perşembe

Açık Radyo Kayıtları 10: Hande Gündüz



Hande Gündüz ile Açık Radyo'da 02/07/2015 tarihinde Çaparide Çırpınmak ve Uzun Irmak Boyunca adlı hikâye kitaplarını konuştuğumuz kaydın linki:

https://archive.org/details/gununveguncelin_02-07-2015


 Uzun Irmak Boyunca






1 Temmuz 2015 Çarşamba

Havlayan, Isıran Hikâyeler: Hüsniye Hanımın Ağzı



Havlayan, Isıran Hikâyeler: Hüsniye Hanımın Ağzı




Ferat Emen 2013 yılında yayımlanan ilk kitabı “Hüsniye Hanımın Ağzı” için kendisiyle yapılan bir söyleşide biyografisi hakkında neden çok fazla bir şey açık etmediğini soran Tuna Bahar’a şöyle cevap veriyor: “Boğaziçi Elektronik Mühendisliğinden mezun, Hakkârili, 26 yaşında bir kadın. Etkileyici değil mi? Mümkün olsaydı adımı bile değiştirecektim. Sözgelimi kitap keşke Zarife Kenger adıyla yayımlansaydı. Ciddiyim.” (http://kitapgalerisi.blogspot.com.tr/2013/06/ferat-emen-roportaj.html)
Ve yine aynı söyleşide hikâyeleri hakkında kendisinin ne düşündüğü sorusuna verdiği cevap da şu: “Bazen gereksiz yerde şaka yapmışım. Haddinden fazla alt metinle, metni boğmuşum. Kabadayılığı, farfarasından kaynaklanmasaymış keşke. Olgunlaşacağını müjdelemekle beraber, ergenlik safrası, kitabın bünyesini kirletmiş. Daha fazla ansiklopedik detaya ihtiyacı varmış. Kurguyu yaşamın pratikliğiyle güreştirmişim, kaybedeceğini kurgunun, kestirememişim. Bir iki yerde ahbaplarımın hatırasına saygısızlık etmişim. Derine ineyim derken oksijensiz kalmış, ciğerlerimi büzmüşüm. Havlamışım, ısırmışım. Üç aşağı beş yukarı böyle öyküler.” (http://kitapgalerisi.blogspot.com.tr/2013/06/ferat-emen-roportaj.html)
Kendi adıma söyleyebilirim ki Ferat Emen’in biyografisi “Hüsniye Hanımın Ağzı”nı okuyan biri için hiç de önemli değil. Dahası tabii hepimiz biliyoruz ki metinlerdir bizim için esas olan, onların bize ne söylediğidir. Nitekim söyleşinin bir diğer cevabı olan yazarın kendi hikâyeleri hakkındaki düşünceleri, metinlerine dair bir söylem, belki de kendi kitabının biyografisi diyebiliriz buna. Orada bu kitabın biyografisinde eksiklere yer veriyor, artılarına değinmiyor. İlk cümleden başlayalım. “Hüsniye Hanımın Ağzı”, gereksiz şakalarla dolu bir eser midir gerçekten? Gereksiz şakalardan çok tam da o şakaların yüzümüze çarpması mıdır yoksa esas olan. Haddinden fazla alt metinle boğulmuş mudur peki? Bunun yerine bir metne birçok açıdan bakabilmeyi sağlayacak farklı diller girmiştir esere diyebiliriz belki. Daha fazla ansiklopedik detaya ihtiyacı ise hiç yok bence “Hüsniye Hanımın Ağzı”nın zira kitabın içindeki hikâyeleri okuduğumuzda tüm ansiklopedilerin ne kadar işe yaramaz olduğunu da anlayıveriyoruz. Yaşamın pratiği kurguya kaybettirmemiş, kazandırmış. Öyle derin ve görmek istemediğimiz şeylerden oluşuyor ki bu yaşam pratiği kurgu bize onu gösterdiğinden irkiliyoruz. Ahbaplara ise bir şey diyemiyorum…
Zor, çok zor bir kitap “Hüsniye Hanımın Ağzı”. Yazarın hem kadın hem erkek ağzından konuştuğu, kimi zaman kadınla erkek seslerinin birbirinin içine girdiği, fakat bir türlü sadece “eril” olarak adlandıramayacağım, son derece rahatsız edici bir ses bu. Dilden çok bir ses, kulağımızın dibinde çınlayan, gözümüzü kapatmamıza rağmen boğulmuş çığlıkları kulağımıza haykıran bir inilti, çığlık gibi…
Arkadaşlarımızın bizi rahatlıkla yarı yolda bırakabildiği, absürd bir şekilde at üzerine uydurulmuş hikâyeler, yanımızda hiç bilmediğimiz bir yoksulluk ve yoksunlukla dolanan insanlar, evet yaşayan değil dolanan insanlar yaratıyor Ferat Emen. Dolanan diyorum çünkü bu insanlara durup bakmıyoruz. Çok huzurlu, güvenli evlerimizde onları düşünmüyoruz. Kendi içimizdeki gizli kalmış köşelerden, yapabileceklerimizden de haberdar değiliz ya da haberdar değilmişiz gibi davranmaktan, içimizden nasıl bir canavar çıkabileceğinden hoşnutsuz da değiliz. Sürekli bir değilliğin olduğu dünyada bu kötücül değilliğin aslında her tür kötücül mümkünlüğü sağlayabileceğini gösteren metinler bunlar. O yüzden bu kadar rahatsız edici ve sarsıcı.  
Güzelliğin, kutsallığın, yaşamın, toplumsal rollerin absürdlüğü ve aslında görünenin ardındaki sahtelik, oradan fışkırma potansiyeline sahip bir sapkınlık, “Hüsniye Hanımın Ağzı”ndan her tarafa saçılıyor. Etraf o kadar çok tükürüklerle doluyor ki midemizin bulanması bile yetersiz kalıyor. Mide bulandırmak, rahatsız etmek, öfkelendirmek bu metinlerin alt değil tam da görünen üst metinleri gibi… O üst metinleri gördükçe ne hissedeceğiz, ne düşüneceğiz…
Evet tekrar söylemek zorundayım zor, çok zor bir kitap “Hüsniye Hanımın Ağzı”. Absürd bir şekilde yolda ölen kadın (At Çarpan Kadın), trenin ezip geçtiği çocuklar (Abdürrezzak, Aziz, Davut, Hacı Adil), dünya şampiyonu bir haltercinin birlikte yolculuk ettiği insanlar (Naim Süleymanoğlu), peygamber kadınlar (Aya Leyla), pedofili (Hüsniye Hanımın Ağzı, Kalu), intihar (Burası ve Kardeşim Albırt Rebeno’nun Akıl Almaz İntiharı), aymazlık ve umarsızlık (Steve’in Bekârlığa Veda Partisi, Açılış, Fiyonk, Allah Dünyanın Bütün Patronlarının Belasını Versin, Kırık Bir Aşk ya da Usta İşi Bir Aldatma Hikâyesi)… ve daha nice absürd anlatı… Hepsi “Hüsniye Hanımın Ağzı”nda…
Bu sayfalarda yer alan Ferat Emen’in “Perihan’la Alakâdarlar Cemiyeti” kitabı için Tülin Ural “sadece gerçek, çok fazla çıplak bir gerçek” diyor. Ona katılmamak imkânsız. Bize bu kadar rahatsız edici detaylarla ama oldukça çıplak bir gerçekle anlatıldığında yine Tülin Ural’ın yazısında da gündeme gelen bir meseleyi kurcalamadan edemiyor insan. Edebiyat ne işe yarar? Tülin bu soruyu “Hayat mı şaşırtıcı, yazı mı?” sorusu üzerinden irdeliyor. Aslında benimki de onunkiyle paralel bir soru. Edebiyat nedir diye sormuyorum, çünkü Ferat Emen’in yazdıkları şüphesiz edebiyat. O yüzden edebiyat ne işe yarar sorusu gündeme geliyor. Edebiyat bize güzeli ve doğruyu mu öğretir, bizi bilgilendirir, edeplendirir ve eğitir mi? Yoksa yoldan mı çıkarır? Kendimizi daha iyi hissetmemizi, hoşça vakit geçirmemizi sağlamaktan öte bir işlevi var mıdır ya da edebiyatın bir işlevi var mıdır? Vardır tabii, olmalıdır. Mesela Ferat Emen’in bir söyleşisinde söylediği gibi bir işlevi de kodları bozmaktır edebiyatın… Öncelikle ona dair belirlenmiş, olmazsa olmazmış gibi gösterilen kodları bozmak. Ferat Emen de en çok bunu yapıyor, kodları bozuyor… Alıştığımızın çok ötesinde bir dille bize çok sert bir üslupla çok gerçekçi ama inanılmaz, inanmak istemediğimiz hikâyeler anlatıyor. Her şeyin hallaç pamuğu gibi atıldığı bir dünyaya kollar, bacaklar, organlar saçılıyor. Onları görüyoruz, pis kokularını alıyoruz. Edebiyat bu işe de yarıyor. Bize nicedir bunu hatırlatan yoktu. Hiç unutmayalım…

Bu yazı İstanbul Art News Edebiyat'ın Temmuz-Ağustos 2015 tarihli sayısında yayımlanmıştır.