30 Temmuz 2015 Perşembe
Açık Radyo Kayıtları 14: Mehmet Erte
30/07/2015 tarihinde Açık Radyo'da Mehmet Erte ile yaptığımız kaydın
linki aşağıdadır:
https://archive.org/details/gununveguncelin_30-07-2015
23 Temmuz 2015 Perşembe
Açık Radyo Kayıtları 13: Ferat Emen
Açık Radyo'da 23/07/2015 tarihinde Ferat Emen ile yaptığımız kaydın linki aşağıda:
https://archive.org/details/gununveguncelin_23-07-2015
18 Temmuz 2015 Cumartesi
Açık Radyo Kayıtları 12: Hatice Meryem II
16/07/2015 tarihinde Açık Radyo'da Hatice Meryem ile yaptığımız kaydın ikinci bölümünün
linki aşağıda:
https://archive.org/details/gununveguncelin_16-07-2015
9 Temmuz 2015 Perşembe
Açık Radyo Kayıtları 11: Hatice Meryem I
Açık Radyo'da 09/07/2015 tarihli günün ve güncelin edebiyatı programında Hatice Meryem ile
yaptığımız kaydın ilk bölümünün linki aşağıdadır:
https://archive.org/details/gununveguncelin_09-07-2015
2 Temmuz 2015 Perşembe
Açık Radyo Kayıtları 10: Hande Gündüz
Hande Gündüz ile Açık Radyo'da 02/07/2015 tarihinde Çaparide Çırpınmak ve Uzun Irmak Boyunca adlı hikâye kitaplarını konuştuğumuz kaydın linki:
https://archive.org/details/gununveguncelin_02-07-2015
1 Temmuz 2015 Çarşamba
Havlayan, Isıran Hikâyeler: Hüsniye Hanımın Ağzı
Havlayan, Isıran Hikâyeler: Hüsniye Hanımın Ağzı
Ferat
Emen 2013 yılında yayımlanan ilk kitabı “Hüsniye Hanımın Ağzı” için kendisiyle
yapılan bir söyleşide biyografisi hakkında neden çok fazla bir şey açık
etmediğini soran Tuna Bahar’a şöyle cevap veriyor: “Boğaziçi Elektronik Mühendisliğinden mezun, Hakkârili, 26
yaşında bir kadın. Etkileyici değil mi? Mümkün olsaydı adımı bile
değiştirecektim. Sözgelimi kitap keşke Zarife Kenger adıyla yayımlansaydı.
Ciddiyim.” (http://kitapgalerisi.blogspot.com.tr/2013/06/ferat-emen-roportaj.html)
Ve yine aynı
söyleşide hikâyeleri hakkında kendisinin ne düşündüğü sorusuna verdiği cevap da
şu: “Bazen gereksiz yerde şaka yapmışım. Haddinden fazla alt metinle, metni
boğmuşum. Kabadayılığı, farfarasından kaynaklanmasaymış keşke. Olgunlaşacağını
müjdelemekle beraber, ergenlik safrası, kitabın bünyesini kirletmiş. Daha fazla
ansiklopedik detaya ihtiyacı varmış. Kurguyu yaşamın pratikliğiyle
güreştirmişim, kaybedeceğini kurgunun, kestirememişim. Bir iki yerde
ahbaplarımın hatırasına saygısızlık etmişim. Derine ineyim derken oksijensiz
kalmış, ciğerlerimi büzmüşüm. Havlamışım, ısırmışım. Üç aşağı beş yukarı böyle
öyküler.” (http://kitapgalerisi.blogspot.com.tr/2013/06/ferat-emen-roportaj.html)
Kendi adıma
söyleyebilirim ki Ferat Emen’in biyografisi “Hüsniye Hanımın Ağzı”nı okuyan biri
için hiç de önemli değil. Dahası tabii hepimiz biliyoruz ki metinlerdir bizim
için esas olan, onların bize ne söylediğidir. Nitekim söyleşinin bir diğer
cevabı olan yazarın kendi hikâyeleri hakkındaki düşünceleri, metinlerine dair
bir söylem, belki de kendi kitabının biyografisi diyebiliriz buna. Orada bu
kitabın biyografisinde eksiklere yer veriyor, artılarına değinmiyor. İlk
cümleden başlayalım. “Hüsniye Hanımın Ağzı”, gereksiz şakalarla dolu bir eser
midir gerçekten? Gereksiz şakalardan çok tam da o şakaların yüzümüze çarpması
mıdır yoksa esas olan. Haddinden fazla alt metinle boğulmuş mudur peki? Bunun
yerine bir metne birçok açıdan bakabilmeyi sağlayacak farklı diller girmiştir
esere diyebiliriz belki. Daha fazla ansiklopedik detaya ihtiyacı ise hiç yok
bence “Hüsniye Hanımın Ağzı”nın zira kitabın içindeki hikâyeleri okuduğumuzda
tüm ansiklopedilerin ne kadar işe yaramaz olduğunu da anlayıveriyoruz. Yaşamın
pratiği kurguya kaybettirmemiş, kazandırmış. Öyle derin ve görmek istemediğimiz
şeylerden oluşuyor ki bu yaşam pratiği kurgu bize onu gösterdiğinden
irkiliyoruz. Ahbaplara ise bir şey diyemiyorum…
Zor, çok zor bir
kitap “Hüsniye Hanımın Ağzı”. Yazarın hem kadın hem erkek ağzından konuştuğu,
kimi zaman kadınla erkek seslerinin birbirinin içine girdiği, fakat bir türlü
sadece “eril” olarak adlandıramayacağım, son derece rahatsız edici bir ses bu.
Dilden çok bir ses, kulağımızın dibinde çınlayan, gözümüzü kapatmamıza rağmen
boğulmuş çığlıkları kulağımıza haykıran bir inilti, çığlık gibi…
Arkadaşlarımızın
bizi rahatlıkla yarı yolda bırakabildiği, absürd bir şekilde at üzerine
uydurulmuş hikâyeler, yanımızda hiç bilmediğimiz bir yoksulluk ve yoksunlukla
dolanan insanlar, evet yaşayan değil dolanan insanlar yaratıyor Ferat Emen.
Dolanan diyorum çünkü bu insanlara durup bakmıyoruz. Çok huzurlu, güvenli
evlerimizde onları düşünmüyoruz. Kendi içimizdeki gizli kalmış köşelerden, yapabileceklerimizden
de haberdar değiliz ya da haberdar değilmişiz gibi davranmaktan, içimizden
nasıl bir canavar çıkabileceğinden hoşnutsuz da değiliz. Sürekli bir değilliğin
olduğu dünyada bu kötücül değilliğin aslında her tür kötücül mümkünlüğü
sağlayabileceğini gösteren metinler bunlar. O yüzden bu kadar rahatsız edici ve
sarsıcı.
Güzelliğin,
kutsallığın, yaşamın, toplumsal rollerin absürdlüğü ve aslında görünenin
ardındaki sahtelik, oradan fışkırma potansiyeline sahip bir sapkınlık, “Hüsniye
Hanımın Ağzı”ndan her tarafa saçılıyor. Etraf o kadar çok tükürüklerle doluyor
ki midemizin bulanması bile yetersiz kalıyor. Mide bulandırmak, rahatsız etmek,
öfkelendirmek bu metinlerin alt değil tam da görünen üst metinleri gibi… O üst
metinleri gördükçe ne hissedeceğiz, ne düşüneceğiz…
Evet tekrar söylemek
zorundayım zor, çok zor bir kitap “Hüsniye Hanımın Ağzı”. Absürd bir şekilde
yolda ölen kadın (At Çarpan Kadın), trenin ezip geçtiği çocuklar (Abdürrezzak,
Aziz, Davut, Hacı Adil), dünya şampiyonu bir haltercinin birlikte yolculuk
ettiği insanlar (Naim Süleymanoğlu), peygamber kadınlar (Aya Leyla), pedofili
(Hüsniye Hanımın Ağzı, Kalu), intihar (Burası ve Kardeşim Albırt Rebeno’nun
Akıl Almaz İntiharı), aymazlık ve umarsızlık (Steve’in Bekârlığa Veda Partisi,
Açılış, Fiyonk, Allah Dünyanın Bütün Patronlarının Belasını Versin, Kırık Bir
Aşk ya da Usta İşi Bir Aldatma Hikâyesi)… ve daha nice absürd anlatı… Hepsi “Hüsniye
Hanımın Ağzı”nda…
Bu sayfalarda yer
alan Ferat Emen’in “Perihan’la Alakâdarlar Cemiyeti” kitabı için Tülin Ural
“sadece gerçek, çok fazla çıplak bir gerçek” diyor. Ona katılmamak imkânsız.
Bize bu kadar rahatsız edici detaylarla ama oldukça çıplak bir gerçekle
anlatıldığında yine Tülin Ural’ın yazısında da gündeme gelen bir meseleyi
kurcalamadan edemiyor insan. Edebiyat ne işe yarar? Tülin bu soruyu “Hayat mı
şaşırtıcı, yazı mı?” sorusu üzerinden irdeliyor. Aslında benimki de onunkiyle
paralel bir soru. Edebiyat nedir diye sormuyorum, çünkü Ferat Emen’in
yazdıkları şüphesiz edebiyat. O yüzden edebiyat ne işe yarar sorusu gündeme
geliyor. Edebiyat bize güzeli ve doğruyu mu öğretir, bizi bilgilendirir,
edeplendirir ve eğitir mi? Yoksa yoldan mı çıkarır? Kendimizi daha iyi
hissetmemizi, hoşça vakit geçirmemizi sağlamaktan öte bir işlevi var mıdır ya
da edebiyatın bir işlevi var mıdır? Vardır tabii, olmalıdır. Mesela Ferat
Emen’in bir söyleşisinde söylediği gibi bir işlevi de kodları bozmaktır
edebiyatın… Öncelikle ona dair belirlenmiş, olmazsa olmazmış gibi gösterilen
kodları bozmak. Ferat Emen de en çok bunu yapıyor, kodları bozuyor…
Alıştığımızın çok ötesinde bir dille bize çok sert bir üslupla çok gerçekçi ama
inanılmaz, inanmak istemediğimiz hikâyeler anlatıyor. Her şeyin hallaç pamuğu
gibi atıldığı bir dünyaya kollar, bacaklar, organlar saçılıyor. Onları
görüyoruz, pis kokularını alıyoruz. Edebiyat bu işe de yarıyor. Bize nicedir
bunu hatırlatan yoktu. Hiç unutmayalım…
Bu yazı İstanbul Art News Edebiyat'ın Temmuz-Ağustos 2015 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)