Seval
Şahin
“bir tüy hafifliğinde
bir güzel şakaya benzer” bir şiirsel methiye: Beyefendi
Hatice
Meryem’in son dönem Türkçe edebiyatta çok kendine has bir yeri var. Eserlerinde
ilk dikkati çeken yalınlık ile birlikte az söyleyip çok ve derin ifade edebilme
yeteneği o kadar gelişmiş ki insan kendini hayran olmaktan alamıyor. Onun
edebiyatının temelini oluşturan yalınlık ve -eski kelimeler kullanmayı
sevdiğini tahmin ettiğimden edebiyatı için bu kelimeyi kullanacağım- anahtarı
olabilecek diğer bir kelime istiare ve derinlik. Ama burada istiareyi pasif bir
konumda ve varolanı herkesin bildiği şekilde anlatma anlamında değil, herkesin
bildiği ama ancak bu kadar farklı şekillerde ifade edilebilme yetisiyle
aktiflik kazanmış bir anlamda kullanıyorum. İşte bu bağlamda Hatice Meryem’in 2013
yılında yazdığı son eseri Beyefendi tüm
bir hayata hatta tarihe yalınlık ve derinlik perspektifinden yazılmış kocaman
bir istiare sanki.
Tante Rosa’nın
“tüm kadınca bilmeyişleri”ne bir cevap gibi Beyefendi. Bu cevap her çağdan, her dilden, her yerden
kadınların seslerini kapsıyor. Tüm kitap boyunca hiçbir zaman bir kadının sesi
yok. Her zaman kulaklarımız yüzlerce, binlerce, milyonlarca kadının kimi zaman
şarkıları, kimi zaman ağıtları, kimi zaman şiirleri, kimi zaman inlemeleri,
kimi zaman hıçkırıklarıyla çınlıyor. Kadınların erkeklere yazdığı bir
methiyenin tüm halleri onların dillerinden dünyaya sızıyor. Bu sebeple eserin
en temel vurgusu “kelimeler”e. Kelimeler her yerde, sürekli her yerden
karşımıza çıkıyor. Ancak her yerden çıkan bu kelimeler aslında sadece bir
dağınıklığa ve anlamsızlığa, anlam olamamaya gönderme yapıyor. Bir türlü
tamamlanmayan, hep devam eden akışkan bir dünya hali. Zaten bu durumun kendisi
bir davet niteliği taşıyor. Eserin en başında “aydınlık bir salona” davet
edilen beyefendiye anlatılanlar bu akışkanlığa dair bir gönderme, bir çağrı,
bir davet, bir birleşme halinin hazırlığı. Her şeye başka bir dilde, başka bir
şekilde anlam yüklemek değil ama anlam açmak için bir çaba girişimi: “keşke
kurtulsak etki alanından/yer çekiminin kuvvetinden/kafiye sevsek ve ne var
aydınlık bir salonda/oturup karşılıklı birer kahve içsek/unutsak kaldığımız
yerleri/unutsak kaldığımız yerlerdeki tüm kelimeleri/yepyeni bir dille
bekliyoruz sizi beyefendi” (9)
Bu
anlam açma çabasının Hatice Meryem’in eserlerindeki temel noktalardan biri
olduğunu düşünüyorum. İnsan Kısım Kısım,
Yer Damar Damar, Kafamdaki Yılan,
Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun’da
yalın bir şekilde, kelimelerden oldukça tasarruf ederek anlattığı derin dünyalarda
parçalar halinde sunduğu hikâyeler, ya da bunlara anlatı demek daha doğru
geliyor bana, hep bir anlam açma çabasının, özellikle Kafamdaki Yılan’da anlatanın kendisinin yaşadıklarından yola
çıkarak kendine dair bir anlam çabasının kendinden önceki bir tecrübeyle ama
özellikle anneyle birleşmesi bununla paralel. Aynı şekilde Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun’da da kendisini birçok
kadın olarak ifade edişte, “ben bir …. karısı olsaydım eğer” şeklinde başlayan
her bir anlatıda kendinin olmayan ama illa da kendinin olması gerekmeyen, onu
tarif edecek, anlatacak bir anlam açma çabasının olduğunu görüyoruz. Beyefendi’deki çokseslilik de buradan
geliyor bence. Bu anlam açma çabasının kendisi zaten çoksesli bir şey. Hatice
Meryem edebiyatının başarısı bu çoksesliliği yalınlık ve derinlikle
birleştirebilmesi. Kendi adıma Beyefendi’deki
bu hallerin beni çok etkilediğini söylemeliyim. Tarihsiz ve zamansız bir
yerlerden bir sürü anlam açma çabasının insanın ta derinlerine işlemesi ve bir
taraftan bir yerlerini kanatması. Fakat kanayan yerlerini saracak birilerinin
her zaman olduğunun umudunu da vermesi çok değerli.
Kadın
ve erkeğin bir olma, birlikte olmanın şenliği de Beyefendi’nin içinde,
kelimelere harmanlaşmış bir şekilde: “psikoloji biyoloji ve sosyolojiyi/birleştirdiniz
bedenimizde/kelimelerinizle/beyefendi/getirdiniz/dünyaya onu yeniden/mucizevi
bir şekilde/ıslandı kirpik ucumuzdan gayrı her yerimiz/boşaldı öksüz
hayvanımızın üzerine/kelimeleriniz/serinledik/kattınız o acuzeye
hayat/isterseniz şimdi/yazınız tüm şiirlerinizi siz” (29)
Çoksesliliğin
kadın dilinden ama asla erkekleri değil erk’i ve erkçe’yi işaret ederek yok
edilmesi değil ama dağılıp gidiverip sonrasında bu dağılmışlığın başka
kelimelerle, başka bir şekilde toparlanabilirliğinden bir başka şekilde
yazılmış “erkeklere methiye”si, kanımca Türkçe edebiyatın ulaştığı doruklardan
biri. Bu başkalık halini yaratan dil de oldukça başka ve tabii bu dille ortaya
çıkarılan anlatı da öyle. Tamamen kendine has, tüm bu çokseslilikleri ve bence umudu,
isyanı anlatan bu anlatıda kelimelerin sıcaklığı tüm metne yayılmış.
Anlatılanlar ne sadece bir şiire ne sadece bir hikâyeye ne sadece bir romana ne
de sadece destana denk düşüyor. Boşuna değil anlatının sonunda bir “bahçede”
buluşup sonrasında ayrılınması. Bahçe, çok kolay tarif edilebilir bir mekân
değildir. Ki üstelik bu bir “müze bahçesi”. Tabii Catherine Mansfield, Tezer
Özlü ve Nilgün Marmara’ya da bir selam gönderme olduğu da akılda tutularak burada hatırlanması
gereken ise müze değil, müze bahçesi olması. Anlatıda gönderme yapılan tüm bu
yazarlar anlatıcının metniyle kaynaşmış. Onların kelimeleriyle anlatıcının
kelimeleri birleşmiş hatta kol kola girmiş. Üstelik onları okurken ve onlardan
edindikleri de bu kol kola oluş halinde, anlatının akışkanlığına dahil edilmiş.
Tıpkı bir müze bahçesinde birlikte oturur gibi. Ama asla onlara müzenin
içindeki o soğukluktan bakmadan. Yine bir müze bahçesi olmasının diğer tarafı
da zamansızlığa ve akışkanlığa dair bir gönderme yapılması. Çoksesli bir
metinde her yerden seslenen kadınların kelimeleri de müzenin içinde değil
bahçesinde. Müzenin içinde onları seyreden, yorumlayan, inceleyen olarak değil
bahçesinde tüm bu hallerden kopuk, anlam açma çabaları içinde hep bir
çoksesliliğe giden yoldaki akışkanlıkta.
Dünyanın
her halini, her gününü görme ve yaşama çabasını anlama çabasıyla örtüştüren çok
doğurgan bir metin Beyefendi. Bu sebeple metnin çizgilerle yayımlanmış
olması çok isabetli olmuş. Zeynep Özatalay’ın çizgileri çok güzel.
Beyefendi,
hayat içerisinde sürekli mücadele alanları yaratabilmeyi, bunu başarabilmeyi,
bundaki “muzipliği” hep hatırlatan bir anlatı. Ve edebiyat hayatı güzel kılıyor
dedirten ama bunu en çok da bir dirençle destekleyen bir anlatı. İyi ki
edebiyat var dedirten eserlerden biri. “anlatacaklarım bitmedi/lütfen uyuyup
dinleniniz beyefendi”
Bu yazı için bkz. v
İstanbul
Art News (Edebiyat),sayı: 11,
Temmuz-Ağustos 2014, s. 78.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder