11 Mayıs 2015 Pazartesi

Bir Başka Dil Mümkün! -Karin Karakaşlı'nın Başka Dillerin Şarkısı Kitabı Üzerine-

Bir Başka Dil Mümkün!
Başka Dillerin Şarkısı

“Başka Dillerin Şarkısı”, Karin Karakaşlı’nın 1991-1998 yılları arasında yazdığı hikâyelerden oluşuyor ve yayımlanan ilk eseri.
Karakaşlı’nın hikâyelerinde ilgi çekici ilk özellik şiirsellik. Oldukça içten bir şiirsellikle donatılmış bu hikâyelerin ilk kısmı “Büyüyünce Ne Olacaksın?” başlığı altında toplanmış Ses, Söz ve Sis’in çocukluk arkadaşlıklarının bitip, büyüyüp yeniden o zamandaki hallerine dönüp baktıkları, o son bakışın dondurulmaya çalışıldığı ama asla geri gelmeyen bir zaman dilimine yakılan hem ağıt hem güzelleme niteliğinde.
Çok yakın arkadaşların aşkla, sevdayla örülmüş, iki kişinin bir olmaları, birbirlerini tamamlamaları üzerine kurulu bu hikâyelerde Ses, Söz ve Sis birbirini bazen tamamlıyor bazen de eksik kalıyor. Eksik kalan Z, bir vapurun tanıklık ettiği cinayetle sislere karışıyor. Z her şeyi tek tek denize atarken geçmişe dair her şey de denizin dalgaları arasında kaybolup gidiyor. Aslında bir geçmiş değil de bu hatırlanan, anımsananın bir daha geri dönmeyeceği bir zaman diliminin sıcaklığının siste kaybolup gidivermesi. Yaşanan derin duygular, birlikte çekilen acılar, gençliğin tüm heyecanı, gözü karalığı, her şeyi başarabilecekmiş gibi yaşama cesaretinin siste kaybolması… Her biri başka yerlere, başka zamanlara dağılan ortak bir coşkuyu paylaşanların o coşkuyu hep aramaları….
Sevginin sevdaya, aşka dönüştüğü Ses’in Söz’e Söz’ün Sis’e eriştiği ve sonra kaybolduğu bir dünyanın gençlikle birleşmesinin hikâyeleri bunlar. Fakat yeniden bir araya getirilemez bir şey değiller: “Boşluğun uğultusu olur kulaklarımda; üzerine, her dili aynı tekdüze vurgularla yeniden yorumlayan uçak mürettebatının bitmez tükenmez anonsları. Yorumlama sözü burada uymadı. Yeniden yaratmadır yorum, caz gibi örneğin.” Yorum, bir hatırlama, her şeyin yeniden canlandığı, umut verdiği, yaşanan çok az bir zaman dilimi bile olsa sevdanın verdiği güç ve enerjinin bir uçak uğultusunun kulaklarda bıraktığı kalıntı gibi. Orada hep var olduğunu bilmek eksik kalan Z’nin her şeyi denize fırlatmasına rağmen yaşanan bir güzelliği hatırlamanın da sevinci. O halde ne aynalar ne fotoğraflar ne görüntüler… Hepsi aynı zamanda biz ve biz değiliz… Ne zaman kendimizden ne kadar çok kendimiz çıkardığımızla ilgili hepsi.. Bizi çoğaltan ya da çoğaltırmış gibi gösterirken eksiltenlerle ilintili…
İkinci bölümdeki hikâyeler “Çok Az Pek Fazla” başlığı altında toplanmış. Buradaki hikâyelerde de bir öncekinde olduğu gibi iki kişinin bir olması, bu birlik ve tamamlan/ma/mışlıktan bambaşka bir bütünlükle, bir dille çıkması öne çıkan tema. Fakat burada kişinin kendi dilini yaratması artık sadece bir diğerinin onu anlaması ve birlikte bir dil yaratmalarıyla yetinilmiyor. Örneğin bence kitabın en çarpıcı hikâyesi olan “Çöpkadın”, farklılığını eksiklik gibi görmüş, ona öyle görmesi öğretilmiş; bunun güzelliğini bertaraf etmeyi tercih ederek her şeyin atıldığı, fırlatıldığı, eskitildiği çöplerin içinde kendini ararken tüm bu fırlatılmış nesnelerle arasında bir dil bulup orada kendiyle bütünleşmeye çalışıyor. Nesnelere sızan yaşanmışlık, bu yaşanmışlığa kulakların tıkanması ve paylaşarak nesnelerde bırakılan izlerle haşır neşir olmak yerine fırlatılıverilmelerine bir karşı duruş aynı zamanda Çöpkadın’ın hareketi. Onu gören bir başka hikâyenin kahramanı kadının yaşadıkları da öyle. Kızgınlıkla metronun camına yapışan kadınla, onu gören genç kızın düşündükleri, beklediği kadın gelmeyince elindeki çiçekleri metrodan çıkan genç kıza veren adamın kafasındakiler, genç kızın elindeki çiçeklerle “öğle adamının” oturduğu yere doğru yönelip onun gösterdiği sandalyeye oturması… Hepsi zamanın farklı farklı dilimlerinin bizi yaşamamız gerekene iten bir deniz dalgası hareketine benziyor. Bu hareketin içinde savruluyor, bazen rüzgârla birlikte dans ediyor, bazense rüzgâra karşı duruyor… Ne olursa olsun sonunda kıyıya vurmayı başararak…
Karakaşlı’nın hikâyelerinde olayları ve kahramanları birbiriyle kesiştirmesi, kahramanların birbirlerine dair söyleyeceklerinin sessizlikle, hem de hiç tanımadıkları halde birbirlerini, kelimelere gerek kalmadan sağlamaları o kadar umut dolu ve ütopik bir dünya sunuyor ki içinizden keşke, keşke diyorsunuz. Kelimelerle bedenin, bedenle kelimelerin uyumsuzluğuna inat kendi dilini konuşabilen, kendi dilini bulabilenlerin hikâyelerini anlatıyor bize. Kendi dillerini bulmak ve konuşmak için mektuplarla tüm insanlığa bir davet yolluyor.
Her bir hikâyenin başında hikâyenin bize ne anlatacağını söyleyen şiirlerle hikâyelerini o şairlerin kelimelerine ekliyor Karin Karakaşlı.

“Başka Dillerin Şarkısı”, sadece bir hikâye kitabı değil, hikâyelerin şiirle harmanlandığı, dahası şiirsel hayatlarla katmerlenebileceğini gösteren Türkçe edebiyatın yüz akı bir eser. Herkesi başka bir dil mümküne çağıran bir manifesto….
Bu yazı için bkz.v  İstanbul Art News (Edebiyat),sayı: 5,  Mart 2015, s. 31.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder