Bir
Başka Dil Mümkün!


“Başka
Dillerin Şarkısı”, Karin Karakaşlı’nın 1991-1998 yılları arasında yazdığı
hikâyelerden oluşuyor ve yayımlanan ilk eseri.
Karakaşlı’nın
hikâyelerinde ilgi çekici ilk özellik şiirsellik. Oldukça içten bir
şiirsellikle donatılmış bu hikâyelerin ilk kısmı “Büyüyünce Ne Olacaksın?”
başlığı altında toplanmış Ses, Söz ve Sis’in çocukluk arkadaşlıklarının bitip,
büyüyüp yeniden o zamandaki hallerine dönüp baktıkları, o son bakışın
dondurulmaya çalışıldığı ama asla geri gelmeyen bir zaman dilimine yakılan hem
ağıt hem güzelleme niteliğinde.
Çok
yakın arkadaşların aşkla, sevdayla örülmüş, iki kişinin bir olmaları,
birbirlerini tamamlamaları üzerine kurulu bu hikâyelerde Ses, Söz ve Sis
birbirini bazen tamamlıyor bazen de eksik kalıyor. Eksik kalan Z, bir vapurun
tanıklık ettiği cinayetle sislere karışıyor. Z her şeyi tek tek denize atarken
geçmişe dair her şey de denizin dalgaları arasında kaybolup gidiyor. Aslında
bir geçmiş değil de bu hatırlanan, anımsananın bir daha geri dönmeyeceği bir
zaman diliminin sıcaklığının siste kaybolup gidivermesi. Yaşanan derin
duygular, birlikte çekilen acılar, gençliğin tüm heyecanı, gözü karalığı, her
şeyi başarabilecekmiş gibi yaşama cesaretinin siste kaybolması… Her biri başka
yerlere, başka zamanlara dağılan ortak bir coşkuyu paylaşanların o coşkuyu hep
aramaları….
Sevginin
sevdaya, aşka dönüştüğü Ses’in Söz’e Söz’ün Sis’e eriştiği ve sonra kaybolduğu
bir dünyanın gençlikle birleşmesinin hikâyeleri bunlar. Fakat yeniden bir araya
getirilemez bir şey değiller: “Boşluğun uğultusu olur kulaklarımda; üzerine,
her dili aynı tekdüze vurgularla yeniden yorumlayan uçak mürettebatının bitmez
tükenmez anonsları. Yorumlama sözü burada uymadı. Yeniden yaratmadır yorum, caz
gibi örneğin.” Yorum, bir hatırlama, her şeyin yeniden canlandığı, umut
verdiği, yaşanan çok az bir zaman dilimi bile olsa sevdanın verdiği güç ve
enerjinin bir uçak uğultusunun kulaklarda bıraktığı kalıntı gibi. Orada hep var
olduğunu bilmek eksik kalan Z’nin her şeyi denize fırlatmasına rağmen yaşanan
bir güzelliği hatırlamanın da sevinci. O halde ne aynalar ne fotoğraflar ne
görüntüler… Hepsi aynı zamanda biz ve biz değiliz… Ne zaman kendimizden ne
kadar çok kendimiz çıkardığımızla ilgili hepsi.. Bizi çoğaltan ya da
çoğaltırmış gibi gösterirken eksiltenlerle ilintili…
İkinci
bölümdeki hikâyeler “Çok Az Pek Fazla” başlığı altında toplanmış. Buradaki
hikâyelerde de bir öncekinde olduğu gibi iki kişinin bir olması, bu birlik ve
tamamlan/ma/mışlıktan bambaşka bir bütünlükle, bir dille çıkması öne çıkan
tema. Fakat burada kişinin kendi dilini yaratması artık sadece bir diğerinin
onu anlaması ve birlikte bir dil yaratmalarıyla yetinilmiyor. Örneğin bence
kitabın en çarpıcı hikâyesi olan “Çöpkadın”, farklılığını eksiklik gibi görmüş,
ona öyle görmesi öğretilmiş; bunun güzelliğini bertaraf etmeyi tercih ederek
her şeyin atıldığı, fırlatıldığı, eskitildiği çöplerin içinde kendini ararken
tüm bu fırlatılmış nesnelerle arasında bir dil bulup orada kendiyle
bütünleşmeye çalışıyor. Nesnelere sızan yaşanmışlık, bu yaşanmışlığa kulakların
tıkanması ve paylaşarak nesnelerde bırakılan izlerle haşır neşir olmak yerine
fırlatılıverilmelerine bir karşı duruş aynı zamanda Çöpkadın’ın hareketi. Onu
gören bir başka hikâyenin kahramanı kadının yaşadıkları da öyle. Kızgınlıkla
metronun camına yapışan kadınla, onu gören genç kızın düşündükleri, beklediği
kadın gelmeyince elindeki çiçekleri metrodan çıkan genç kıza veren adamın
kafasındakiler, genç kızın elindeki çiçeklerle “öğle adamının” oturduğu yere
doğru yönelip onun gösterdiği sandalyeye oturması… Hepsi zamanın farklı farklı
dilimlerinin bizi yaşamamız gerekene iten bir deniz dalgası hareketine
benziyor. Bu hareketin içinde savruluyor, bazen rüzgârla birlikte dans ediyor,
bazense rüzgâra karşı duruyor… Ne olursa olsun sonunda kıyıya vurmayı
başararak…
Karakaşlı’nın
hikâyelerinde olayları ve kahramanları birbiriyle kesiştirmesi, kahramanların
birbirlerine dair söyleyeceklerinin sessizlikle, hem de hiç tanımadıkları halde
birbirlerini, kelimelere gerek kalmadan sağlamaları o kadar umut dolu ve ütopik
bir dünya sunuyor ki içinizden keşke, keşke diyorsunuz. Kelimelerle bedenin,
bedenle kelimelerin uyumsuzluğuna inat kendi dilini konuşabilen, kendi dilini
bulabilenlerin hikâyelerini anlatıyor bize. Kendi dillerini bulmak ve konuşmak
için mektuplarla tüm insanlığa bir davet yolluyor.
Her
bir hikâyenin başında hikâyenin bize ne anlatacağını söyleyen şiirlerle
hikâyelerini o şairlerin kelimelerine ekliyor Karin Karakaşlı.
“Başka
Dillerin Şarkısı”, sadece bir hikâye kitabı değil, hikâyelerin şiirle
harmanlandığı, dahası şiirsel hayatlarla katmerlenebileceğini gösteren Türkçe
edebiyatın yüz akı bir eser. Herkesi başka bir dil mümküne çağıran bir
manifesto….
Bu yazı için bkz.v
İstanbul
Art News (Edebiyat),sayı: 5, Mart
2015, s. 31.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder