ZAMAN, DİL VE MEKANİK
-Şule Gürbüz'ün Coşkuyla Ölmek Adlı Eseri Üzerine-
Şule Gürbüz bir dil ustası.
Mesleği olan saat tamirciliğinin de dili üzerinde bir etkisi olmalı ki dili
ince ince işlemek, yeri geldiğinde dile yap-taklar uygulamak konusunda son
derece dikkatli ve titiz çalışıyor. Dil, onun elinde kurulan bir saat gibi zaman
üzerinde tik tak’larla ilerliyor.
Gürbüz’ün dili incelikli
işleyişinde zamanlar arasında gidip gelen bir yapı oluşturması önemli ve bunun
en tipik örneklerinden biri olarak Coşkuyla
Ölmek kitabı gösterilebilir. Bu kitapta yer alan dört hikâyede de Gürbüz,
dört erkeği kendi dilleriyle anlatır. Ancak anlatılarda bu kahramanların
söylemleri, söyleyişleri söylediklerinin önüne geçer:
“Pek eli sıkı biri sayılmam,
niye öyle olayım ki? Ama verecek,
verilenin kıymetini bilecek, minnet duyacak, aldığını iyi yere sarf edecek, hayırlı yerlere kullanacak,
hayırla yâd edecek, verenle vermeyeni, nelere rağmen verenle, neleri olup da
vermeyeni ayırt edecek insana rastlayamıyorum.
Yoksa elbet veririm,
vermez miyim?” (7)
“Şimdi diyeceksiniz ki aklın olsa zaten oğul uşak sahibi olmazdın; ama bunu da
kim diyecek, siz mi? Siz bunu diyecek diyebilecek
adamlar olsanız ben bunları yazacak ıssızlıkta, mecburiyette olmazdım. Aslı bu.
Ama hep de hakikat makamında gidecek
değilim elbet bazen biraz kaykılacağım.”
(39) (vurgular benim)
“Babam Refik İyisoy Kadıköy
Moda’da doğmuş. Civarda bilinen bir Fransız okulunda liseyi bitirmiş. Ama ne
Fransızca konuştuğunu ne bir şey okuduğunu görüp duydum. Hatta fikirleri
hep lisan olarak Fransızcanın aleyhineydi. Öğrenileceğinden de, öğretilebileceğinden
de şüphedeydi… Kalmaktan kastını da hiç tam olarak bilemedim… Zaten tuhaftır, her
şeyi parça parça biliyorum da bildiğim ne, onu hala bilemiyorum.”
(93)
“Eyüp çocukluk arkadaşımdır.
Çocukken de sevmezdim. O bana bayılırdı. Ben muhabbetsizliğimi buna sebep pek
belli edemezdim. Gerçi belli etmek nedir derseniz, şimdi bir şey derim,
lafın sonu gelir. Bu Eyüp hafif
çocuktu, ağırlaşarak hafifliği muhafaza etti, şimdi nedenini söylerim, ama bu
neden beni de o hafifliğe itiverir. Anlamak dururken söylemek, bilmem ama sanki
biraz iğretidir.
Şimdi aynı delikten çıktık, aynı mahalleden ama ben kendimi onunla bir tutmam.”
(143)
Coşkuyla
Ölmek kitabında yer alan dört hikâyenin her birinin başlangıç
paragraflarında doğrudan bir söylemle başlayan bir metin ile karşı karşıyayız.
Burada söylemin kime dönük olduğu net değil, anlatıcı kahraman biz okurlarla
mı, kendi kendisiyle mi yoksa karşısında hâlihazırda bir varmış gibi mi
konuşuyor metnin devamından anlıyoruz. Nitekim kitapta yer alan hikâyelerde
söylem, zaman zaman kahramanların kendi içlerinde bir konuşmaya, kimi zaman
karşısındakine seslenmeye -ancak bu seslenme hiçbir zaman doğrudan seslenme
değil kahramanın kendindeki düşüncelerden çarparak dışarıya akseder şekilde-
kimi zaman suskunluklarla karşılanan dinleme hallerine, oradan bir başka
düşünceye geçme şeklinde ilerliyor.
Yukarıdaki alıntılarda altı
çizilen kısımlar anlatıyı şimdi’de yeniden kuran unsurları oluşturmakta.
İlkinde bu kurgu geniş zamana şimdi ifadesi yüklenerek yapılıyor. Aslında verme
üzerine kurulu anlatıda bir verme işleminin gerçekleşmeye yönelik isteksizliği
herhangi bir şekilde verme isteği uyandıracak birine rastlamamakla
ilişkilendirilip “rastlayamıyorum” şekline dönüştürülüyor. Çünkü şimdiki zaman
ifadesi bir genellemeyle sağlanarak isteksizlik ifadesini bulup geleceğe dair
de bir şey söyler hale geliyor. İkinci alıntıda yer alan şimdi ise anlatıcı
kahramanın geçmişinden getirdiği bir zaman dilimini anlatısına geleceği
destekler bir şekilde “şimdi diyeceksiniz ki” yerleştirilmesiyle sağlanıyor.
Böylece şimdi burada geçmişten gelenin gelecek ile arasında bir durak noktası
haline dönüşüyor.
Üçüncü alıntıda şimdi
geçmişe dair bir anlatının bu kez birinci tekil şahıs ağzından konuşan birinin
başka birini anlatmasıyla başlıyor. Dolayısıyla şimdi, geçmişle yer
değiştirerek anlatıda yerini alıyor. İlkinde -duydum- ilk alıntıda olduğu gibi
genellemeye yönelik bir anlatı ile geçmiş şimdide sabitleniyor, ardından bu
şimdi -biliyorum, bilemiyorum- pekiştiriliyor.
Son alıntıda şimdi, ikinci
alıntıda olduğu gibi geçmişten gelen ile geleceğe uzanan arasında bir durak
şeklinde konumlandırılıyor.
Şimdi, ikinci ve üçüncü
alıntılarda bir durak gibi görev yaparken, birinci ve dördüncü alıntılarda
geçmişten geleceğe uzanan bir yapıyı bir arada taşıyor. Fakat her birinde ortak
olan bir yap-tak işlemine tabi tutulmaları. Nitekim yazımın başında sözünü
ettiğim Gürbüz’ün dildeki ustalığını gösteren yap-taklar olarak bahsettiğim de
bu. Burada görüleceği gibi şimdi, aslında her seferinde başka bir şeyin yerine
konuluyor. Şimdi bir durak vazifesi görüp sabitlendiğinde belirli bir zaman
dilimi olmaktan çıkarak belirsizliğe, geçmiş ve geleceği aynı anda üstlenmeye
başladığına ise geçmiş ve geleceğin işlevini ediniyor; şimdi olması gerekeni
yerinden çıkarıp onu başka bir işlevle oraya yeniden takıyor. Bu aslında biraz,
bir malzemenin başka bir malzemeyle yer değiştirmesi gibi.
Gelecek zaman da bu
alıntılarda şimdi’de olduğu gibi bir yap-tak’a dönüşüyor. Alıntılanan metinlerde
koyu harflerle gösterilen ve ilk alıntıda sürekli tekrar eden gelecek
ifadeleriyle -acak, ecek- geleceğe dair bir şey söylenmiyor; anlatıda geleceğe dair
işaretlerle geniş bir zaman dilimi kurguya taşınıyor; böylelikle anlam, geneli
ifade eder bir hale bürünüyor.
Diğer alıntıda gelecek yine
-acak, ecek şeklinde tekrar eder bir şekilde kurgulanırken bu kez geçmişi de
içinde barındırır şekilde bir tahminden bahsedilip şimdi’de sabitleniyor.
Böylece geçmiş işaretleri şimdiyi perçinler hale gelir. Bu tahmin durumu son
alıntıda -gelir- şimdi’yi kasteder bir şekilde geleceği ifade ederek yine
şimdi’yi sabitler. Üçüncü alıntıda ise geçmişe dair bir söylem içine
yerleştirilen gelecek -öğrenilecek, öğretilebilecek- diğerlerinde olduğu gibi şimdi’yi
sabitlemek için bir araçtır.
Alıntılardaki italik ile yer
alan kısımlar ise belirsizliği sağlamak için kullanılan zaman dilimleridir. İlk
alıntıda -veririm- aslında eylem gerçekleşmeyecektir, sadece gerçekleşmesine
yönelik şartlar ileri sürülür. İkincisinde ise anlatıcı kahraman -kaykılacağım-
anlatıda kendisinin konumuna yönelik bir ifadede bulunmasına rağmen bunun ne
şekilde gerçekleşeceği muğlaktır. Üçüncü alıntıda muğlaklık güçlü bir şekilde
verilir – bilemedim-. Son alıntıda -iğretidir- anlatıcı kahramanın bir durum
karşısındaki tavrı herkesi kapsamayacak bir ifadeyle yer alır. Dolayıyla o da
bir muğlaklığı taşır.
Burada görüleceği gibi daha
başlangıç paragraflarında klasik olarak geçmiş zaman geçmişi, şimdiki zaman
şimdiyi, gelecek zaman geleceği yansıtmaz. Kendi klasik görünümündeki her bir
zaman dilimi oradan çıkarılarak onunla aynı anlamı taşıyan başka bir zaman
dilimiyle geri takılmıştır. Hikâyelerin söylem şeklinde yazılması, anlatıcı
kahramanın konuşmaları, zihninden ve yaşamında geçenleri bir içdökümü şeklinde
sunarak karşısında okur, kendisi vb. gibi bir başkasına hitap ederek yanına
katması da söylemin kurgusal boyutta bir yap-tak’a eşlik etmesini sağlar. Gürbüz,
klasik hikâye, roman vb. tür tanımlarının dışına çıkarak kahramanı, yazarın
anlatısıyla değil kendi anlatısıyla, ama bu tür bir anlatının sürekli altını
çizerek söylemde zaman yap-tak’larıyla gerçekleştirdiğini paralel bir şekilde
kahramanı ve onun sesini her şeyin önüne koyarak kurgusal boyutta da yapar.
Sadece birkaç alıntıyla değindiğim
Şule Gürbüz anlatısının formları altüst eden yapısıyla çok daha geniş bir
incelemeye ihtiyaç duyduğunu belirtip bunun gerçekleşmesini dileyerek…
Not: Bu yazı Kitap-lık dergisinin Mayıs-Haziran 2016 tarihli sayısında yayımlandı. Ancak yazı bir kazaya kurban gittiğinden yazıda italik, altı çizili ve koyu harflerle gösterdiğim kısımların hepsi dergide italiğe çevrilmiş. Bu da yazıyı bağlamından kopardığından buraya asıl halini koydum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder