22 Mart 2016 Salı

Soğukkanlı ve Karanlık Bir Roman: Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek



Soğukkanlı ve Karanlık Bir Roman: Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek


Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek

Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek, Harun Candan’ın ikinci kitabı. Ve kitabımızın ilk cümlesi ile son cümlesi aynı: “Bir hikâye daha bitti diye düşündüm.” Nitekim kitabın başlangıcındaki bekleme sahnesi ile sondaki bekleme sahnesi de birbirine benziyor. Hatta ilk sahnede karşılaşılan karakterlerden biri olan tacire bu son sahnede de rastlanıyor.
Kitapta, dikkati çeken ilk unsur, kitabın karanlık atmosferi. Bir banka müfettişinin teftiş için gittiği adadaki üç gününü anlatan eser, bu banka müfettişinin adadan ayrılmasına ramak kala başına gelen bir olay ve sonrasında adadan ayrılmasıyla sonlanıyor.
Karısı ile yeni evlenmiş, ancak evliliğin ona çok da uygun olmadığını anlayan bir banka müfettişi yağmurlu bir günde kendisini bir adaya doğru yol alırken bulur. Gemide karşılaştığı Cihan isimli tacir ve adını bilmediği, kendisinden sigarasını yakmak için çakmak isteyen güzel bir kadının etkisi altında indiği adada, kapkaranlık bir ortamla karşılaşır. Aslında ortamın kapkaranlık olması tam da baştan sona kadar romana hâkim olan atmosferle paraleldir. Çünkü roman boyunca her şey karanlıkta başlar, tüm adada elektrikler kesildiğinden her taraf karanlıkta kalmıştır ve roman da karanlıkla sonuçlanır. Diğer taraftan bu karanlık sadece romanın atmosferini etkilemez aynı zamanda romanda bir metafor olarak da ortaya çıkar.
Romanda müfettişin tacirle konuşması ve sonrasında gemide fark edip etkilendiği kadını bankada görüp onunla birlikte vakit geçirmeye başlamasıyla bu ilişki üzerine yavaş yavaş dikkatimiz çekilirken birden hiç beklemediğimiz bir başka olayla karşılaşırız. Gerçi bu olayın hazırlayıcıları olarak arada sırada müfettişi takip eden siluet, gemide karşılaştığı ve sonradan bankada tanıştığı Aslı’nın sık sık arabadan, oturdukları restoran ya da evden dışarı bakmasıyla okur olarak bir başka olayla karşılaşacağımıza dair izlenimler ediniriz. İşte tam bu sırada müfettişi takip eden Theo ortaya çıkar. Yarı-meczup Theo’nun ortaya çıkışı yazarın bizi bu kitabın asıl meselesini oluşturacak olaya da hazırlığın son noktası olur. Buradan itibaren romanın yavaş ilerleyen temposu hızlanır ve asıl olay ile karşı karşıya kalırız.
Asıl olay nedir?
Asıl olay, müfettişimizin Aslı ile onun evinde kaldığı gece, gecenin bir vakti uyandığında bir cesetle karşılaşmasıdır. Üstelik Aslı da elinde bir silahla durmakta ve katil olduğunu söylemektedir. Sonrasında mecburi bir işbirliğine girişirler: Fakat bir başka olay daha vardır:  Adadaki kiliseden kaybolan, çok yüksek fiyatlara satılması kuvvetle muhtemel tarihî bir İncil çalınmıştır. Bu iki olay birbiriyle bağlantılı mıdır, eğer öyle ise bunların arasında nasıl bir bağlantı vardır? İşte romanda her şeyin karanlık bir atmosferde geçmesiyle bu olaylar arasındaki bağlantı(sızlık)lar arasında da bir paralellik sağlanmış.
Müfettişin kafasında aslında hiçbir şey tam olarak yerli yerine oturmuyor. Biraz önce de belirttiğim gibi her şey Aslı’nın elinde bir silahla bulunmasına kadar yavaş yavaş akarken birden hızlanıyor; sonrasında Aslı birden bambaşka birine dönüşüyor. Sadece Aslı değil ondan oldukça etkilenen hatta geleceğe dair hayaller kuran müfettiş de bu cinayet anından sonra başka biri oluveriyor. Aslı’nın tehditkâr konuşmaları, müfettişin ondan kurtulma çabaları da aniden gerçekleşiveriyor. Yavaş yavaş ilerleyen romantizm dolu anlar, cinayetle birbirinden kurtulma hikâyesine dönüşüyor.
Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek yoğun bir atmosfere sahip. Atmosferi yoğun romanlarda kişilere dair ayrıntılar, betimlemelerden çok eylemlerle verilir. Nitekim Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek’te de durum böyle. Yazar, karakterleri mümkün olduğunca betimlemelerden kaçınarak eylemli ve tabii çok da fazla konuşmayan fakat derin düşüncelere dalmaya meyyal kişiler olarak göstermiş. Böylece onların sigara içişlerinden, sandalyede oturma biçimlerine, kadeh tutuşlarına kadar ayrıntılarla atmosferin yavaşlığına katkıda bulunulmuş. Öyle ki bu eylemliliklere rağmen Aslı’nın işlediği cinayette sadece seyirci konumunda kalmamız, yani bir eylemi halihazırda değil de ertesinde; işlendikten, eylem bittikten sonra görmemiz romandaki atmosferde bir duraklama anının da başlangıcına işaret ediyor. Çünkü yazar bu duraklamadan sonra olayları yine karanlıkta bırakıyor ama o zamana kadar eylemlilikleriyle verilen karakterlerin seslerini, diyaloglarını öne çıkarıyor: Silah patlıyor ve aksiyon başlıyor. Ancak bildiğimiz anlamda bir aksiyon başlangıcı değil bu. Karanlık, yine karanlığını hüküm sürdürürken karanlıkta patlayan silahla derinleşen başka bir karanlık bizi karşılıyor. Karanlığın derinleşmesi karakterlerin özellikle de başkarakterimiz müfettişin eylemliliği ve eylemsizliğiyle de paralel bir durum sergiliyor. Romanın başından itibaren kendisi dahil adaya doğru yol alırken karısıyla gerçekte neden ayrılmak istediğini bilmeyen bu karakter, sadece bunu değil aslında hiçbir şeyi tam olarak kavrayamıyor. Aslı’nın elindeki silah, kilisedeki papazın anlattıkları, kaldığın oteli sahibi hakkında söylenilenler, gemide karşılaştığı tacir… Hepsi hakkında öyle ya da böyle bir fikri var ama tam olarak kavrayabildiği bir şey yok. Kavramak için bir çaba harcadığı da söylenemez. Zaman zaman zihninden kavramaya yönelik düşünceler geçse de bunlar üzerinde çok fazla odaklanmıyor. Cinayet olayında bile ilk düşündüğü ve eylemleri durumdan kurtulmak üzerine; cinayet sebebi ve nasıl gerçekleştiği hakkında çok kafa yormuyor. Zihni ve bedeni çabuk yoruluyor, bazı ayrıntıları kolaylıkla yakalıyor ancak onları birleştirmekle çok fazla uğraşmıyor.
Baştan beri kendi düşünceleriyle, istekleriyle; kısacası daha çok kendisiyle meşgul olan banka müfettişi; işlenen bir cinayetin ardından adayı terk ederken her şeyi rahatlıkla geride bırakmaya hazır. Olaylar karşısında giderek daha tepkisiz ya da soğukkanlı bir hale bürünen bir toplum olmamız da bunda etkili olsa gerek. Kitap boyunca karanlık ile birlikte ilerleyen soğukkanlılık, karakterlerin eylemliğine dikkat çekmede özellikle etkileyici oluyor. Cinayet gerçekleştikten sonra sözlerin öne çıkmasıyla eylemliliğin geri çekilmesi de bu yüzden: Var olan atmosferin soğukkanlılığını özellikle vurgulamak. Zaten kahramanımız da bir şeyleri çözmeyi hiç vaat etmiyor okuruna. Tek istediği arkasına bakmadan kaçıp gitmek… Kendini kurtarmak….
Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek, karanlık ve soğukkanlı atmosferiyle oldukça farklı bir roman. Polisiyenin sınırlarını zorlayan, ona yeni ufuklar açan bir eser…

        Cumhuriyet Kitap ekinin 1 Mart 2016 tarihli sayısında yayımlanmıştır.

1 Mart 2016 Salı

Günü Kurtarmanın Kahramanı: Dünyanın Leşleri



 

Günü Kurtarmanın Kahramanı: Dünyanın Leşleri

 

Suat Duman son kitabı Dünyanın Leşleri ile karşımızda. Birbirinin devamı niteliğindeki üniversite öğrencisi kahramanın yer aldığı Cinayet Mevsimi ve Müruruzaman Cinayetleri’nden sonra bu kez ondan çok daha farklı, yeni bir kahraman karşımıza çıkıyor.

Hapisten yeni çıkmış, “belalı”sının elinden kurtardığı bir kadın ve onun etrafındaki olayların anlatıldığı Dünyanın Leşleri’nde anlatının arka fonuna gezi olayları da eşlik ediyor. Bu nokta önemli zira kahramanımız tesadüf eseri olayların içine düşüyor ve romanın asıl olay örgüsü gezi olayları sebebiyle bir aksamaya uğramıyor. Dolayısıyla gezi olayları romanda başat bir unsur olarak durmuyor, olay örgüsü içinde ne kadar yer kaplaması gerekiyorsa o kadar yer kaplıyor.

Dünyanın Leşleri’nin kahramanı hukuk fakültesi terk, ablasını darp ettiği için hapse girmiş, belirli bir işte sabırlı bir şekilde çalışmak yerine günü ve kendisini kurtarma peşinde, dünyanın hallerini çok da fazla takmayan, fakat karşısına fırsatlar çıktığında bunları değerlendirme isteği kadar kendine has bir gurur anlayışına da sahip, deyim yerindeyse serseri bir tip. Bu tip bana Peyami Safa’nın Server Bedi takma adıyla yazdığı romanlardan biri olan Hey Kahpe Dünya’nın kahramanını hatırlattı. İyi ve varlıklı bir ailede büyüyen bir çocuğun kendisine verilen değerleri reddedip sokaklarla tanışmayı ve sokakların ona bir hayat bahşetmesini tercih etmesi gibi Dünyanın Leşleri’nin kahramanı da hukuk fakültesi bitirip gündelik hayatın sıkıcı atmosferinin çarklarında dönmek yerine bir nevi içinden geleni yapmanın peşine düşerek benzer bir yol izliyor.

Roman boyunca her şey bize kahramanımızın gözünden anlatılıyor. Kimi zaman onun zihninden geçenleri de görebiliyoruz ama bu zamanlar sınırlı. Zihninden geçenlerin ortaya çıktığı yerlerde kendine dair düşünmeler ve akıl yürütmeleriyle karşılaşıyoruz. Aslında roman, akıl yürütmelerden çok hızla devam eden bir olaylar silsilesinin arka arkaya başka başka karakterler tarafından kahramanımıza aktarılması şeklinde ilerliyor. Dolayısıyla olay örgüsü içeriden görüşle örülmesine rağmen bu görüşü destekleme yolu olarak romandaki diğer karakterlerin konuşmasının onda yarattığı izlenimlerden yararlanılmış. Bu şekilde sadece tek bir anlatıcı karakter kullanımının yarattığı bakış açısı darlığının yerine okurlara yeni pencereler açmak hedeflenmiş gibi görünüyor.

Kurgu oldukça hızlı bir şekilde ilerlerken karşımıza kahramanımızın sevgilisi Nina’nın eski belalısının çıkmasıyla olayların birden yön değiştirmesi söz konusu oluyor. Tam da bu noktada bana kurguda bir aksaklık var gibi geldi. Belalının ortaya çıkışının bir  tesadüf olması, öncesinde Nina’nın başlatıcısı olduğu olay örgüsünün devamını sağlama görevinin dışına çıkan bir görev üstleniyor.  Elde edilen hard disk’in bu belalı ve arkadaşlarına bırakılması da olaydaki tesadüf unsurunu ortadan kaldırmaya yönelik bir girişim olarak yer alsa da bunu tam olarak sildiğinden bahsetmek biraz zor.

Kahramanımızın ablasını darp etme sonucu hapse girmesine paralel olarak onu karakolda döven iki polisin peşine düşmesi var. Bu polislerden biriyle bir kere ikisiyle bir arada ise bir kez gezi parkı olayları sırasında karşılaşıyor. Polislerden intikam almak ya da daha doğrusunu söylemek gerekirse kendisine yapılanı onlarda yaşatmak için çabalar veren kahramanımız sonunda bu isteğini gerçekleştiremiyor.

Polisiyelerde başkahramanı yakından tanıtmak için asıl olay örgüsünün içinde ikincil olay örgüleri üretilir. Burada gezi olayları ve polisleri yakalama asıl olay örgüsünün yanında başkahramanı daha yakından tanıtmak için kullanılan unsurlar. Bunlardan ikincisi, polisleri bulma ve cezalandırma, kurguda sadece başkahramanı daha yakından tanıtmak gibi bir işlevi üstlenmiyor, ayrıca asıl olay örgüsünde başat bir unsura da yine tesadüfen dönüşüveriyor. Polislerden birinin Nina’nın apartmanından çıkarken görülmesi bunun ispatı. Ayrıca baştan beri kahramanımızın bu polislere dair anıları ve onları yakalama arzusu da böylece bir süre sonra asıl olay örgüsünde de bir rol üstleneceklerine dair biz okurları hazırlıyor. Romanda merak unsuru her zaman canlı tutulmuş ve bu karakterin çizimindeki gerçekçiliği güçlendirme konusunda da işlevsel bir unsur olmuş. Çünkü kahramanı da sayfalar ilerledikçe tanıyoruz, olayların gelişimiyle birlikte ona dair bilgilerimi de giderek artıyor.

Suat Duman’ın kahramanı eril özellikleri ortaya çıkarılmış, gündelik hayatın dayatmalarına karşılık kendi istediği hayatı kurmaya çalışan, neredeyse bencil bir tip. İstediği tek şey var: Hayatında ne yaşamak istediğinin kendi elinde olduğunu bilmek. Bu kahraman, yazımın başında da belirttiğim gibi Suat Duman’ın daha önceki kahramanından çok farklı. İlkinin naifliği burada yerini kurnazlığa bırakmış. Diğer kahramanın doğrudan politik bir karakter olarak çizilmesine karşılık burada bizzat hayatın kendisine bakışıyla minör politika alanından seslenen bir karakter çizilmiş. Bu karakter yeni bir polisiye dizinin habercisi olabilir ve umarım olur. Suat Duman’dan yeni bir polisiye okumayalı epey olmuştu, sonrakine bu kadar beklemeyeceğimizi umut ederek, yeni kahramanına bol şanslar diliyorum.

Bu yazı, Cumhuriyet Kitap dergisinde yayımlanmıştır.