Soğukkanlı ve Karanlık Bir Roman: Yağmur
Dinecek Kimse Bilmeyecek
Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek,
Harun Candan’ın ikinci kitabı. Ve kitabımızın ilk cümlesi ile son cümlesi aynı:
“Bir hikâye daha bitti diye düşündüm.” Nitekim kitabın başlangıcındaki bekleme
sahnesi ile sondaki bekleme sahnesi de birbirine benziyor. Hatta ilk sahnede
karşılaşılan karakterlerden biri olan tacire bu son sahnede de rastlanıyor.
Kitapta,
dikkati çeken ilk unsur, kitabın karanlık atmosferi. Bir banka müfettişinin
teftiş için gittiği adadaki üç gününü anlatan eser, bu banka müfettişinin
adadan ayrılmasına ramak kala başına gelen bir olay ve sonrasında adadan
ayrılmasıyla sonlanıyor.
Karısı
ile yeni evlenmiş, ancak evliliğin ona çok da uygun olmadığını anlayan bir
banka müfettişi yağmurlu bir günde kendisini bir adaya doğru yol alırken bulur.
Gemide karşılaştığı Cihan isimli tacir ve adını bilmediği, kendisinden
sigarasını yakmak için çakmak isteyen güzel bir kadının etkisi altında indiği
adada, kapkaranlık bir ortamla karşılaşır. Aslında ortamın kapkaranlık olması
tam da baştan sona kadar romana hâkim olan atmosferle paraleldir. Çünkü roman
boyunca her şey karanlıkta başlar, tüm adada elektrikler kesildiğinden her
taraf karanlıkta kalmıştır ve roman da karanlıkla sonuçlanır. Diğer taraftan bu
karanlık sadece romanın atmosferini etkilemez aynı zamanda romanda bir metafor
olarak da ortaya çıkar.
Romanda
müfettişin tacirle konuşması ve sonrasında gemide fark edip etkilendiği kadını
bankada görüp onunla birlikte vakit geçirmeye başlamasıyla bu ilişki üzerine
yavaş yavaş dikkatimiz çekilirken birden hiç beklemediğimiz bir başka olayla
karşılaşırız. Gerçi bu olayın hazırlayıcıları olarak arada sırada müfettişi
takip eden siluet, gemide karşılaştığı ve sonradan bankada tanıştığı Aslı’nın
sık sık arabadan, oturdukları restoran ya da evden dışarı bakmasıyla okur
olarak bir başka olayla karşılaşacağımıza dair izlenimler ediniriz. İşte tam bu
sırada müfettişi takip eden Theo ortaya çıkar. Yarı-meczup Theo’nun ortaya çıkışı
yazarın bizi bu kitabın asıl meselesini oluşturacak olaya da hazırlığın son
noktası olur. Buradan itibaren romanın yavaş ilerleyen temposu hızlanır ve asıl
olay ile karşı karşıya kalırız.
Asıl
olay nedir?
Asıl
olay, müfettişimizin Aslı ile onun evinde kaldığı gece, gecenin bir vakti
uyandığında bir cesetle karşılaşmasıdır. Üstelik Aslı da elinde bir silahla
durmakta ve katil olduğunu söylemektedir. Sonrasında mecburi bir işbirliğine
girişirler: Fakat bir başka olay daha vardır:
Adadaki kiliseden kaybolan, çok yüksek fiyatlara satılması kuvvetle
muhtemel tarihî bir İncil çalınmıştır. Bu iki olay birbiriyle bağlantılı mıdır,
eğer öyle ise bunların arasında nasıl bir bağlantı vardır? İşte romanda her
şeyin karanlık bir atmosferde geçmesiyle bu olaylar arasındaki
bağlantı(sızlık)lar arasında da bir paralellik sağlanmış.
Müfettişin
kafasında aslında hiçbir şey tam olarak yerli yerine oturmuyor. Biraz önce de belirttiğim
gibi her şey Aslı’nın elinde bir silahla bulunmasına kadar yavaş yavaş akarken
birden hızlanıyor; sonrasında Aslı birden bambaşka birine dönüşüyor. Sadece
Aslı değil ondan oldukça etkilenen hatta geleceğe dair hayaller kuran müfettiş
de bu cinayet anından sonra başka biri oluveriyor. Aslı’nın tehditkâr
konuşmaları, müfettişin ondan kurtulma çabaları da aniden gerçekleşiveriyor.
Yavaş yavaş ilerleyen romantizm dolu anlar, cinayetle birbirinden kurtulma
hikâyesine dönüşüyor.
Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek yoğun
bir atmosfere sahip. Atmosferi yoğun romanlarda kişilere dair ayrıntılar,
betimlemelerden çok eylemlerle verilir. Nitekim Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek’te de durum böyle. Yazar,
karakterleri mümkün olduğunca betimlemelerden kaçınarak eylemli ve tabii çok da
fazla konuşmayan fakat derin düşüncelere dalmaya meyyal kişiler olarak
göstermiş. Böylece onların sigara içişlerinden, sandalyede oturma biçimlerine,
kadeh tutuşlarına kadar ayrıntılarla atmosferin yavaşlığına katkıda bulunulmuş.
Öyle ki bu eylemliliklere rağmen Aslı’nın işlediği cinayette sadece seyirci
konumunda kalmamız, yani bir eylemi halihazırda değil de ertesinde;
işlendikten, eylem bittikten sonra görmemiz romandaki atmosferde bir duraklama
anının da başlangıcına işaret ediyor. Çünkü yazar bu duraklamadan sonra olayları
yine karanlıkta bırakıyor ama o zamana kadar eylemlilikleriyle verilen
karakterlerin seslerini, diyaloglarını öne çıkarıyor: Silah patlıyor ve aksiyon
başlıyor. Ancak bildiğimiz anlamda bir aksiyon başlangıcı değil bu. Karanlık,
yine karanlığını hüküm sürdürürken karanlıkta patlayan silahla derinleşen başka
bir karanlık bizi karşılıyor. Karanlığın derinleşmesi karakterlerin özellikle
de başkarakterimiz müfettişin eylemliliği ve eylemsizliğiyle de paralel bir
durum sergiliyor. Romanın başından itibaren kendisi dahil adaya doğru yol
alırken karısıyla gerçekte neden ayrılmak istediğini bilmeyen bu karakter, sadece
bunu değil aslında hiçbir şeyi tam olarak kavrayamıyor. Aslı’nın elindeki silah,
kilisedeki papazın anlattıkları, kaldığın oteli sahibi hakkında söylenilenler,
gemide karşılaştığı tacir… Hepsi hakkında öyle ya da böyle bir fikri var ama
tam olarak kavrayabildiği bir şey yok. Kavramak için bir çaba harcadığı da
söylenemez. Zaman zaman zihninden kavramaya yönelik düşünceler geçse de bunlar
üzerinde çok fazla odaklanmıyor. Cinayet olayında bile ilk düşündüğü ve
eylemleri durumdan kurtulmak üzerine; cinayet sebebi ve nasıl gerçekleştiği
hakkında çok kafa yormuyor. Zihni ve bedeni çabuk yoruluyor, bazı ayrıntıları kolaylıkla
yakalıyor ancak onları birleştirmekle çok fazla uğraşmıyor.
Baştan
beri kendi düşünceleriyle, istekleriyle; kısacası daha çok kendisiyle meşgul
olan banka müfettişi; işlenen bir cinayetin ardından adayı terk ederken her
şeyi rahatlıkla geride bırakmaya hazır. Olaylar karşısında giderek daha
tepkisiz ya da soğukkanlı bir hale bürünen bir toplum olmamız da bunda etkili
olsa gerek. Kitap boyunca karanlık ile birlikte ilerleyen soğukkanlılık,
karakterlerin eylemliğine dikkat çekmede özellikle etkileyici oluyor. Cinayet
gerçekleştikten sonra sözlerin öne çıkmasıyla eylemliliğin geri çekilmesi de bu
yüzden: Var olan atmosferin soğukkanlılığını özellikle vurgulamak. Zaten
kahramanımız da bir şeyleri çözmeyi hiç vaat etmiyor okuruna. Tek istediği
arkasına bakmadan kaçıp gitmek… Kendini kurtarmak….
Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek,
karanlık ve soğukkanlı atmosferiyle oldukça farklı bir roman. Polisiyenin
sınırlarını zorlayan, ona yeni ufuklar açan bir eser…
Cumhuriyet Kitap ekinin 1 Mart 2016 tarihli sayısında yayımlanmıştır.