Kurgusal Bir Merdiven: Mehmet Erte
Edebiyatı
Mehmet
Erte edebiyatı bana hep bir merdiveni anımsatır. O merdiven metinlerin içinde
her zaman ayaklarınızın sağlam basmasını sağladığı gibi diğer taraftan yukarı
çıkarken ya da inerken hep basamaklardan birinde sizi bekleyen, her an
ayaklarımızdan birinin sağlam gibi görünen ancak ayağımızı basar basmaz
kendimizi basamağın öbür tarafında bulacağınız sürprizlere de açıktır. Çünkü
çok katmanlı metinlerdir bunlar. Her basamakta yeni bir unsurla karşılaşır,
ancak bu basamakta kimi zaman tekinsiz kimi zaman oldukça açık, kimi zamansa
komik unsurlarla karşılaşmak mümkündür. Basamağın aslında göründüğü gibi değil,
her an ayağımızı bastığımızda kendimizi öbür tarafta bulabileceğimiz durumu ise
bu çok katmanlı metinlerde ilerledikçe tahmin ettiklerimizin alaşağı edilmiş
bir hale dönüşeceğini hep aklımızda tutmamız ile paralellik gösteriyor. Kitaplarının
isimleri bile bu durumu gözler önüne sermek açısından ilgi çekici: Bakışın Kirlettiği Ayna, Arzuda Bir Sapma,
Sahte.
Zaman,
Mehmet Erte edebiyatının önemli meselelerinden biridir. O yüzden eserlerinde
ihtimallere yer verir. İhtimaller o anda olabileceklere dair tüm ayrıntıları
gözler önüne sermeye yaradığı gibi geçmişin kurgusallığını da özellikle vurgular.
Erte için tarih yoktur, geçmişin kurgusallığı vardır. O kurgusalın bugün içinde
nasıl anlamlanacağı ya da anlamlanamayacağı, anlamlanma çabası dahası bunun
gerekliliği meselesi metinlerde sık sık karşımıza çıkar. “Kayıp bir zamanı”
yakalama hallerinin mümkün olan her yönüyle karşılamaya okur olarak bizi davet
eden yazarla birlikte bir durakta buluruz kendimizi. Ancak bu bir duraktır,
yolculuğa çıkmak için hazır beklediğimiz, bize bir yolculuk vaat eden ancak bu
vaadin kendisini de ihtimallerle donatan bir ruh hali içindeyizdir, yolculuk
sandığımız gibi bir yolculuk asla olmayacaktır. Okur ve yazar sesleri bu
durakta geçen zamanı perspektiflere dönüştürür, hep “ân”a vurgu yapar. Ân’ı
yakalamak, onun kaçıp gitmesine engel olmak için bunun imkânsızlığı karşısında
ne olacağı ve olmayabileceği de bir mesele haline gelir. O halde bu durum bir
travmaya sebep olabilir mi? Tabii olabilir. Ancak o zaman anlam travmayla
buluşur. Bakışın kirletilmesi, arzunun sapması ve sahte’nin ortaya dökülmesi
gerekir.
Travmanın
anlamlandırmayla bu şekilde kurulan ilişkisi metinlerin yapısında mekân ve
tasviri dışarıda bırakan bir hal yaratır. Mekân önemsizleşir çünkü zaman sarmal
bir şekilde bütün anlatıyı kuşatır. Tasvir ise anlamını yitirir çünkü zamanın
döngüselliği ve ihtimallerle dolu oluşu anlatıda sabit bir unsuru gereksiz
kılar. Tasvirin donukluğu ve sabitliği yerine zamanın döngüselliğiyle zamana ve
onun hallerine odaklanan bir anlatı öne geçirilir.
Mehmet
Erte edebiyatında göze çarpan bir unsur olan ayak, son kitabı Arzuda Bir Sapma’da bizzat yazarı
tarafından kitabın kapağına taşınır. Ayak, zemine basan ancak her zaman
zeminden çekilebilecek, boşluğa düşebilecek, yürümeyi, koşmayı ve sürünmeyi
aynı zamanda içinde barındıran bir metafor. Bu metafor zamanın ihtimallerle
doğrulmuş katmanlarla örülmüş kurgusuna, sarmallığına da gönderme yapar.
Bedenin zeminle hem buluştuğu hem de bu zeminden kopuşunu sağlayan bir metafor.
Nitekim bu metafor metinlerdeki diyaloglarla birleşir. Diyalog anlatılarda
hiçbir zaman karakterlerle paylaşılan bir unsur olmaz ancak monoloğa da
dönüşmez. Tıpkı bir merdivenden çıkmak ve basamaklara dikkat etmek ya da bir
durakta her an yolculuğa çıkıverecek gibi olma haliyle paralel bir metafor.
Okuru,
yazarı, anlatıyı kuşatan; anlatıyı birçok ihtimalle bir arada sunan her
katmanda bizi yeniden düşünmeye sevk eden bir edebiyat Mehmet Erte edebiyatı.
Bu yazı, Kitap-lık dergisinin Ocak-Şubat 2016 tarihli sayısında yayımlanmıştır.