25 Haziran 2015 Perşembe

Açık Radyo Kayıtları 9: Karin Karakaşlı



25/06/2015 tarihine Açık Radyo'da Karin Karakaşlı ile yaptığımız programın kaydı aşağıda. Programda Karin Karakaşlı'nın edebiyatını ve Müsait Bir Yerde İnebilir miyim? romanını konuştuk.

https://archive.org/details/gununveguncelin_25-06-2015



Müsait Bir Yerde İnebilir miyim?

19 Haziran 2015 Cuma

Açık Radyo Kayıtları 8: Figen Şakacı


Figen Şakacı ile 18/06/2015 tarihinde Açık Radyo'da yaptığımız kaydın linki aşağıda. Programda Bitirgen ve Pala Hayriye'den bahsettik.

https://archive.org/details/Gununveguncelin_18-06-2015rec.16-06-2015


BitirgenPala Hayriye



5 Haziran 2015 Cuma

Açık Radyo Kayıtları 6: Emrah Serbes





Açık Radyo'da 04/06/2015 tarihinde Emrah Serbes ve Deliduman üzerine yapmış olduğumuz
kayda aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

https://archive.org/details/Gununveguncelin_04-06-2015rec.02-06-2015




1 Haziran 2015 Pazartesi

Sadece Başlangıç: Murat Yalçın'ın Hafif Metro Günleri Romanı



Sadece Başlangıç….

Murat Yalçın, günümüz edebiyatının en üretken yazarlarından. Çok sayıda yazdığı hikâye ve bunlarda ortaya koyduğu kurgu ve dil ile Türkçede kendine çoktan yer edinmiş bir durumda.
“Hafif Metro Günleri”, Murat Yalçın edebiyatından pek çok iz taşımakla birlikte kendine has bir yol da edinmiş durumda. Üç bölümden oluşan romanda, her bölüm farklı yazarlardan yapılan epigraflarla başlıyor. Bir kahramanın metroda gördükleri, bu gördüklerinin izlenimleriyle zaman zaman geri gidişleriyle ama en çok biten bir evliliğe dair göndermelerle ilerleyen bir anlatı “Hafif Metro Günleri”. Romanda, kahramanın metroda sürekli karşılaştığı başka kahramanlar var. Bunlar  ördekbaşı şemsiyeli kadın ve piyangocu Derman Kurtuluş. Bir de bunlarla birlikte roman boyunca kahramana eşlik eden Anı Usta ve yalnızlığı var. Romanın sonunda ise kahramanın yazdığı ve bizim elimizde tuttuğumuz afitap (ki bu kelime kitap kelimesini çağrıştırır) adlı anlatı/nesne ile karşılaşıyoruz
Roman parçalı bir yapı olarak ilerliyor. Her parçanın başında (…)  var. Böylece aslında her bir parça, kendi başına bir parça değil de daha doğrusu bir başlangıç değil de halihazırda başlamış ve devam edecek bir anlatının parçası şeklinde bir görünüm sergiliyor. Bu şekilde bütünsel bir anlatı tasarımı alaşağı edilmiş oluyor. Yani bildiğimiz anlamda klasik, tanrı-yazar bakış açısıyla yazılmış, bütüncül bir roman okuyamayacağımıza özellikle vurgu yapılıyor. Nitekim romandaki bu parantez işaretleri bizi romanda, bütünsel anlatıyı alaşağı etmenin başka başka yollarıyla tanıştırıyor. (‘ler (‘ler hatta ((( ve (((( şeklinde ilerleyen parantezlerin yanı sıra ‘ işaretiyle yaratılan oyunlarla hem anlamın kendisine dair bir sorgulama yaratılıyor hem de aş’ağulanması, (Anlat lan!) bun’a örneklerinde olduğu gibi anlamın çoğulluğu ve imkânları göz önüne seriliyor. Aynı şekilde büyük ve küçük harf kullanımıyla yaratılan oyunlarda da anlamın kendisi sorgulamaya açılmaya devam ediyor: “UlySES ve ÖFKE”.
Diğer taraftan anlatıcı kahramanın Vartan Paşa’nın Akabi Hikâyesi’ne sızıp oradaki berberin koltuğuna kuruluvermesi de anlamın aç/maz/ları üzerine oldukça hoş bir deneme… Öncesinde ise berber dükkânını Akabi Hikâyesi’nin kendisinden alıntılıyor. Romanda Murat Yalçın edebiyatının özelliklerinden olan birçok yerli ve yabancı yazardan alıntılara rastlamamız da bununla paralel. Bu sebeple olsa gerek romanda pek çok kez Calvino’nun “kendini bir avize gibi hissetmesi”nden bahsedilerek buna dair göndermeler yapılıyor.
Romanda yazarlardan yapılan alıntılar, dil oyunları ile birlikte bizzat yazma’nın kendisi de mesele olarak alınır. Hatta romanın parçalılığı ve anlatı tekniğine gönderme yaparcasına kahraman kendi kendine “İnsanlara bir bütün olarak bakamıyorum.” , “Anlatı hak getire!” şeklinde cümleler kurma ile birlikte anlatının oradan oraya zıplamasından, ayrıntı bolluğundan da bahsedilir. “Yokmuşçasına var olmak.” şeklinde açıklanabilecek bu durum metroda giderken ayrıntılara takılan, oradan kendi geçmişine, sonrasında yaşadığı şimdiye zıplayan bir kahraman için, anlatıyı düz bir çizgi haline gelmekten kurtarır. Bu da beraberinde anlamları var oldukları ilişkisellikten koparmaya ve anlam dizgelerini bozmaya sebep olur. “Hiçbir dağ’a güvenmiyorum.”
Kahramanın bütünsellik ve anlam dizgelerini bozması,  kendi yaşamına odaklanmasına elverir. Anlatıda kahramanın yaşamı, evliliği, yaşama dair düşünceleri ve en çok da yalnızlığı gözümüzün önüne serilir. Kahramanın içindeki buzdağıyla mücadelesi, yazar olarak masasında bir tuzluk olarak yer alan ironi, yaşamında kendisine rağmen bir başka kahraman gibi yanıbaşında olan yalnızlığı, Anı Usta ile birlikte “fil” vardır. Her biri birer metafor olarak anlatıya sızan bu unsurlar anlatının çağrışımlarla ilerleyen yapısında dağılmayı engelleyen dayanaklar gibi işlevler görür. Sanki bu dayanaklar olmasa anlam tamamen yok olacak bu da anlatıyı ağır aksak bir anlatıya çevirecektir. Daha doğrusu bu şekilde sadece sakil bir anlatı olarak kalacakken dayanaklar sayesinde tüm parçalılığına rağmen bir “roman” halini almayı başaramayacaktır. Dayanak görevi gören bu dayanakların bir başka işlevi de anlatıdaki alıntılar ve dil oyunlarıyla ilişkiselliği sağlaması. “Her okur kendini okumaz mı?” cümlesiyle bu durum gündeme de getiriliyor. Başka yazarlardan okuduklarımızın bizim metinlerimize apaçık bir şekilde sızması, kahramanın birçok defa sözünü ettiği eski bir resimle “Şişhane’de Dört Atlı Tramvay”da da kendini gösteriyor. Tarihin bir kesitinin şimdi içinde bulunduğumuz bir zamanda elimizde olması ne demektir? Resmin içindeki zaman elden ele, kahramanın bulunduğu zamana kadar gelmiş ve her devirde yeniden anlamlandırılmıştır. Üstelik bu gelecekte de devam edecektir, çünkü bu resim bundan sonra da yok olmadığı sürece başkalarının eline geçtiğinde onlar tarafından da anlamlandırılmaya devam edecektir. Bu, tam da Walter Benjamin’in sanat eserinin aurası dediği şeydir. Sanat eserinde zaman ile birlikte izler oluşacak, her iz başka bir yorumu, anlamlandırmayı beraberinde getirecektir.
“Şişhane’de Dört Atlı Tramvay” resmine bakan ve bu resimle birlikte Şişhane’ye çıkan, bu resmin, metinlerin içine sızan kahraman, parçalar halindeki anlatının her bir parçasına dalarak oraya okuyarak/okur olarak da izler bırakır. Benjamin’in sadece alıntılardan oluşan bir kitap fikri ile Flaubert’in tüm hayatı içeren bir anlatı kurgulaması da bununla paralel. Belki de bu sebeple kahramanımız “Ben yazmaya başlayabiliyorum ancak.” diyor. 
“Hafif Metro Günleri” anlama/anlatmaya ve yazmaya dair ufuk açıcı bir roman.


Bu yazı, İstanbul Art News Edebiyat'ın Haziran 2015 sayısında yayımlanmıştır